Ölümün öğrettiği...


“Abime yemin ettirdim;
‘Babamı yıkarken saçından keseceksin’ dedim.
Kesti.
Kutsal emanetimi bir kutuya koydum, bakıyorum bayram sabahları, saçları aynı.herkesi değiştirir, ölü hariç.”
Ölümü gören bir rockçı sahneyi terk ettiğinde, ölümden dönen bir türkücü ansızın evlendiğinde, bir şair, vakitsiz çekip gittiğinde bu yazıyı hatırlıyorum.

* * *

Teoman, teyzesi ile en yakın arkadaşını peş peşe kaybedince müziği bıraktığını açıklamış ve veda mektubunda şöyle demişti:
“Çok kısa bir zaman içinde, çok sevdiğim iki insanı kaybettim. Ve bu acıları halledemeyince, her zamanki formülümle müziğe sığındım. Artık zor geliyor. İleride daha da zor gelecek. Onlarla geçiremediğim vakitlere üzülüyorum. Ve bundan sonra sevdiğim insanlarla daha fazla birlikte olmak istiyorum.”
İbrahim Tatlıses’in ani nikâh kararı da belli ki yorgun bir beynin, ecelin kıyısından dönüşüyle ilgili...
O da ölümle giriştiği uzun muharebeden ve ardından gelen derin muhasebeden sonra bir başka bakıyor olmalı hayata, ilişkilere, kadınlara...

* * *

Dayak meraklısı, gaddar bir hoca gibi ölüm; elinde orağı, canımızdan can kopartarak, göme göme, yaşamayı öğretiyor bize...
Ölüden gayrı herkesi değiştiriyor.
Kalanlara kadir kıymet bilmeyi belletiyor.
Her cenazede biraz daha soyunuyoruz dünyevi hırslardan...
Musalla taşlarının başında, vakit damıtıyoruz ömrün kalanından; paylaşmak için geride kalanlarla...
Yoğun bakımlarda gecikmiş nikâhlar kıyıyoruz.
Ayrılıkta değeri anlaşılan sevdalar gibi, ölümü gördükçe kıymete biniyor hayat...
En çok bilenimiz, en çok gömenimiz oluyor.

* * *

Asıl büyüğü geliyor şimdi...
Üzerinde yaşadığımız bereketli topraklar sonunda kana, kedere,  şehide doydukça, ağıt yakmadık ana, yas girmedik ocak, acı çekmedik  yürek kalmadıkça öğreneceğiz  hayatın anlamını...
Gün gelecek, evlatlarımızı doyasıya sevemeden gömmemek için ebediyen gömeceğiz silahları...
Ertelenmiş düğün sofraları kuracağız barışın şöleninde...
Haddinden uzun sürmüş bir savaştan sağ kurtulmuş nesiller için kurşun döktüreceğiz.
Ve kör bir kurşunla kuvözde ölmüş el kadar bir bebe, geçenlerde erken yitirdiğimiz Didem Madak’ın dizeleriyle haykıracak bize; cenaze töreninde:
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı, birinin cenaze namazını kılmak?”

* * *

Yeter yandı canımız...
Genç bedenlerden damıtılmış koca bir kan gölüyüz.
Saçı ağarmadan ölenler için çok geç artık...
Ama bunca zamansız ölüm görmek, yakında değiştirecek bizi; göreceksiniz.
Acıyla terbiye edilecek ve kana doymuş bu topraklar üzerinde ebedi bir barış yeşerteceğiz.