Oksijen?..

ADALET Komisyonu’nda kabul edilen 3. yargı paketi tutuklamalar ve özgürlükler konusunda iyileştirmeler içeriyor. Hatta tutuklu milletvekillerinin de durumunu olumlu etkileyecek nitelikte...

Paket “2 milyon dosyayı eriterek” yargıyı hızlandırmayı amaçlıyor. Bunun ayrıntıları bir köşe yazısına sığmaz. Pakette basın özgürlüğünü ve savunma hakkını iyileştiren ve TMY’deki aşırılıkları törpüleyen düzenlemeler de var.  

Burada toplumda gerilimler yaratan ceza uygulamalarıyla ilgili hükümler üzerinde durmak istiyorum.

Bizde ‘cezalandırma’ kültürü köklü olduğu için mahkemeler öteden beri tutuklama kararlarında tutuklamayı gerektiren somut olguları yazmadan kanun maddelerini tekrarlamakla yetiniyordu.

Yeni düzenlemede tutuklama sebepleri için “somut olguların” belirtilmesi hükmü getiriliyor. Bu madde aslında bir yenilik değildir, tutuklama eğilimlerini frenlemek amacıyla yapılan bir vurgulamadır. Artık “suçun vasıf ve mahiyeti...” diyerek tutuklama mümkün olmayacak, kişinin hangi somut fiillerinin tutuklamaya yol açtığını hakimin net olarak yazması gerekecektir.

Çok önemli bir düzenleme de “tutuklama”ya alternatif “tedbir”ler getirilmesidir: Şüpheli ya da sanık durumundaki kişi tutuklanmadan veya tutukluysa tahliye edilerek “adli kontrol” denilen tedbirler altında tutuksuz yargılanabilecektir: Belli bir mahalleden ayrılmamak, karakola düzenli imza vermek gibi...

Özellikle tutuklama yerine bu “adli kontrol” seçeneğinin getirilmesi bilhassa önemlidir: Başlangıçta 3 yıla kadar hapis gerektiren suçlar için düşünülmüştü, sonra 5 yıla çıkarıldı... Komisyon’da bu sınır da kaldırıldı. Özel yetkili bir ağır ceza mahkemesinde tutuklu yargılanan bir sanık da “adli kontrol”e bağlanarak tahliye edilebilecektir. Tabii tahliye edildiğinde yine bir suç işlemeyeceği, delilleri artık karartmayacağı düşüncesiyle.

Bu düzenleme elbette tutuklu milletvekilleri düşünülerek yapılmış olmalıdır. Elbette İlker Başbuğ gibi hakkında hiçbir somut “şiddet” isnadı bile bulunmaksızın darbe için “terör örgütü kurmak”la suçlanan ve tutuklanması kamu vicdanını yaralayan isimlerin de dikkate alındığı besbellidir.

Ergenekon ve Balyoz gibi haklı sebeplerle açılmış davalardaki tutuklamalarda ölçünün kaçırılması ve bunun kamuoyundaki tepkileri, işte nihayet kanun koyucuyu yani Meclis’i harekete geçirmiştir.

İktidarın bu tasarısına muhalefet de katkı yapmıştır; iyi bir örnek değil mi?

Hukuk ve siyaset biliminde yargının aşırı yetki kullanmasına “yargısal aktivizm” deniliyor. Türkiye bunun sıkıntısını eski vesayet sisteminde çok yaşamış, muhafazakârları ve liberalleri bunaltmıştı.

Bugün bir taraftan iktidarın otoriterleşme eğilimi, öbür taraftan yargının haklı davalarda bile takındığı “aktivizm” toplumun öbür yarısında bir bunalma duygusu yaratmıştır. Toplumda gerilim artmaktadır, ölçüsüz tepkiler ülkeye zarar verir.

Bu tasarı Meclis’e verildikten sonra, mart ayında mahkeme “suç vasfı değişebilir” diyerek Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı tahliye etmişti. Şimdi tasarı kanunlaşmanın son eşiğine gelmiştir.

Belli ki, kanun koyucu, kanunların yargı tarafından böylesine ‘tutuklamacı’ uygulanmasını istemiyor. Umarım paket hızla Meclis’ten geçer ve mahkemelerin de aynı yöndeki kararlarıyla ülkenin tansiyonu düşer, bunalma duygusuna bir oksijen etkisi yapar.

(Hürriyet)