EVET o güzel sözlerin müellifini açıklama günü geldi.
Okumayanlara hatırlatayım.
Dünkü yazımda, tanınmış bir kişinin “adalet, tarafsız yargı, delil, müdafaa hakkı” gibi kavramlar üzerine çok güzel sözleri aktarmıştım.
Bu sözler kime ait diye de sormuştum.
- Ergenekon davalarından içerde yatan biri mi?
- Dışarıda yatıp da, bu davalarda yapılan vahim hataları ve insan hakları ihlallerini eleştiren biri mi?
- Bir muhalif mi?
* * *
Eğer bunlardan biri sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.
Çünkü bu sözler, Said
Nursi’ye ait. Kimdir Bediüzzaman Said Nursi?
Sürgünlerden, cezaevlerinden çok çekmiş bir insandır.
1876’da doğmuştur. Sultanların tahttan indirilip, sultanların tahta çıkarılmasına tanık olmuştur.
Sultanların, tek adamların istibdadında epey çekmiş, Abdülhamid’e karşı Selanik’e gidip, İttihat Terakki’ye bile katılmıştır.
Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarıdır.
Dün de dedim ya, adalete susamıştır, onun suyunu bir türlü kana kana içememiştir.
Yani bugün “adalet” üzerine sözü dinlenecek, tecrübesine kulak verilecek bir şahsiyettir.
- Çekmiş bir insandır, o nedenle, başkalarının da çekmesine içi el vermemiştir.
- Kendi çektiği için, kurunun yanında yaş da yansın dememiştir.
- Büyük resme bakın, gerekirse küçük fotoğraftaki zulümlere gözünüzü yumun gibi bir kelamı asla etmemiştir.
- Bana yapıldı, onlara bin beteri yapılsın gibi bir kinin davasını sürdürmemiştir.
- Ona bir mezar bile fazla görüldüğü halde, o hürriyet duasını kimseden esirgememiştir.
O nedenle bu sözlere kulak vermekte yarar vardır.
NOT: Yeni Asya gazetesi, 23 Mart günü Said Nursi özel sayısı yapıyor. Merakla bekliyorum.
MADEM Bediüzzaman’dan söz açtık, onun “Hürriyet” üzerine sözlerine de bir göz atalım.
Dünkü sözleri, Safâ Mürsel’in, Yeni Asya Yayınları’ndan çıkan “Bediüzzaman Said Nursî ve Devlet Felsefesi” adlı kitabından özetlemiştim.
Kitabın “Hürriyet’in korunması” başlıklı bölümünde, bir ülkede parlamenter idarenin başına gelebilecek en büyük tehlikenin “istibdat” olduğunu söylüyor. Bunlar arasından şu saydıkları dikkatimi çekti.
“Cehalet, inat, garaz, intikam, taklit, hiçbir kayıt ve kontrol tanımamak, şahsi menfaati milletin zararına da olsa her şeyin üstünde tutmak, Cumhuriyeti hakiki ve adil manasından çıkararak istibdada alet etmek...”
Ona göre, bir ülkede istibdat, yani otoriterlik olup olmadığı da şöyle anlaşılır:
- İstibdat keyfi muameleye ve kuvvete dayanan tahakküm ve cebirdir.
- Tek kişinin sözünün geçerli olduğu bir şeflik anlayışıdır. Zulmün temelidir.
- Ferdi ve sosyal çapta sefalet ve zilleti davet eder. Garaz ve husumeti uyandırır.
- Her türlü ihtilafın kaynağıdır.
- Siyasi istibdat ilmi istibdadı getirir.
İleri demokrasiyi tartışırken, Bediüzzaman’ın bu sözlerini de bir kenara not etmekte yarar var.
OLAY şarap olunca tabii ki ilgimi çekti.
Türkiye’nin Strasbourg’daki eski Daimi Temsilcisi Daryal Batıbay evini taşırken, 50 kasa da şarap getirmiş.
Bunların değeri bazı gazetelere göre 100, bazılarına göre ise 200 bin Euro’ymuş.
Bazı gazetelere göre ise bu şaraplar oradaki temsilciliğin “zimmetindeymiş”.
Yani Batıbay, devletin şarabını zimmetine geçirmiş.
Tabii gerçekten öyleyse, söyleyecek tek kelime yok ve bu yazacaklarım da külliyen geçersizdir.
Ama şarapla ilgilenen bir insan olarak bu haberleri tam anlayamadım.
- Bu rakamlara bakarsak; 900 şişe şarabın şişe başına 100 veya 200 Euro ödenmesi gerekir.
Fransa’da yaşayan ve şarap kavı yapan bir insan için 200 Euro yüksek paradır. Şarap meraklıları genellikle bu tür şarapları üreticiden veya toptancıdan alırlar.
- O nedenle el konan şarapların listesini merak ettim. Haberlerde sadece pahalı sayılabilecek Premier Cru St. Emillion, Chateaux Angelus’dan söz ediliyor. Acaba ötekiler ne?
- İki; benim bildiğim kadarı ile, büyükelçiliklerde bu çapta özel kav yapmaya müsait ödenekler yoktur.
Büyük davetlerde de, çoğu sponsorlukla bulunan Türk şarapları ikram edilir.
Yani “zimmete geçirme” iddiası da bana tuhaf geldi.
- Üç; benim bildiğim birçok diplomatın kendine kurduğu özel kavlar vardır. Bunu yıllar içinde biriktirir ve gelirken de getirir. Yedi yılda 900 şişe şarap biriktirmek fazla değildir.
- Dört; bana göre “şarap kavı” insanın evinin parçasıdır. Ama hukuken durumu nedir bilemem.
O nedenle 12 Eylül’den sonra yaşadığımız bir büyük ihbar furyasında olay acaba fazla mı abartılıyor diye düşündüm.
“Muhafazakâr yeni Türkiye”, “şarap” ve “monşer” kelimeleri bir araya gelince, ortaya iştah açıcı bir haber çıkıyor ve insan ister istemez bu soruları düşünüyor.
Ama gerçekten zimmet varsa o başka...
(Hürriyet)