Başbakan Recep Tayyip Erdoğan oturuyor.
Yanında ise eşi Emine Hanım var.
Başbakan'ın Mısır-Tunus ve Libya gezisinden birkaç gün önce.
Başbakan'ın, "Hadi Emine, bir fakir evini ziyaret edelim" sözü üzerine gecenin karanlığında Ankara'nın sokaklarına dalıyorlar.
Başbakan direksiyonu Siteler'e doğru kırıyor.
Siteler Ankara'nın mobilya merkezi.
İş yerleri olduğu için o saatlerde bir hayalet kenti andıran Siteler'in içinden geçip, Hüseyin Gazi'ye doğru yöneliyorlar.
Uzaktan ışığı zor fark edilen çadır ile baraka arasındaki bir yerin önünde duruyorlar.
Başbakan araçtan iniyor, barakanın kapısını çalıyor.
Yaşlı bir adam açıyor kapıyı.
Gözlerini ovuşturup, bu saatte kapısını çalanın kim olduğunu anlamaya çalıyor.
Başbakan, "Selamün Aleyküm" deyince, yaşlı adam "O sen misin?" deyip Erdoğan'ın boynuna sarılıyor.
O sırada içeriden biraz daha genç bir kadın geliyor.
Kapıdaki bu şaşkınlık anı sırasında Emine Hanım da araçtan inip, kapının önüne geliyor.
Başbakan, "Bir çayınız yok mu?"deyince yaşlı adam ile kadın hemen içeri buyur ediyorlar.
Erdoğan'ın bir gece yarısı, dışarıya sızan ışıktan bulup, kapısını çaldığı ailenin 5-6 ay önce Ankara'ya geldiği ortaya çıkıyor.
Aile Çorumlu.
Kadının kocası ölmüş, kayınpederi ve bir çocuğuyla birlikte gündelik iş yapıp, geçimlerini sağlamak için gelmişler Ankara'ya.
Bir çocukları da askerde.
Başbakan hallerini hatırlarını soruyor.
Kadın, "Bir çocuğum daha var. O da askerde, pek görüşemiyoruz" diyor.
Başbakan aileden çocuğun adresini istiyor. Annesi asker mektuplarından birini getiriyor. Başbakan hemen talimat veriyor, sınır illerimizden birinde vatani görevini yapan askerin nöbetçi komutanı bulunuyor, onun aracılığıyla çocuk telefona getiriliyor.
Çocuk, dedesi ve annesiyle konuşup, kardeşiyle hasret gideriyor.
Bu sırada çay demleyen kadın ikramda bulunuyor.
Bir seçim gezisinde Başbakanlık ekibinden dinlemiştim.
Gittikleri yer, altı ahır, üstü ev olan bir Anadolu eviymiş. Evin merdivenlerini tırmanırken, danışmanların bir kısmı ahır kokusundan burnunu tutuyormuş.
Ama Başbakan doğma büyüme o evde yaşıyorcasına rahat bir şekilde eve girmiş ve kurulan yer sofrasına bağdaş kurup oturmuş.
Hüseyin Gazi'deki baraka benzeri evde de o samimiyetle oturduğuna, ikram edilen çayı, kristal bardaktaki çay gibi yudumladığına inanıyorum.
Başbakan evin sakinlerini dinliyor. İhtiyaçlarını tespit ediyor. Yaşlı adamın böbrek rahatsızlığından kaynaklanan tedavisini not ediyor ve "Allaha ısmarladık" diyerek oradan ayrılıyor.
Sokağın köşesini dönünce ihtiyaç listesi buruşturulup arabanın camından atılmıyor.
Sabah ilk iş olarak danışmanlara veriliyor. Ve 2 gün sonra aynı baraka evin kapısı çalıyor.
Listede yer alanlar eksiksiz olarak kendilerine teslim ediliyor.
Başbakan, ailenin ihtiyaçlarının takip edilip düzenli olarak karşılanması için talimat veriyor. Recep Tayyip Erdoğan farklı bir insan.
Yalılardakileri değil, Hüseyin Gazi'dekileri düşünüyor.
Gecenin bir vaktinde eşini yanına alıp, ışığı yanan yoksul arayan biri.
O nedenle de gecenin bir yarısında, kapısı çalındığında, yaşlı adamın," O sensin değil mi?"diye aklına ilk gelebilen birisi.
Annesinin cenazesinin başında hüngür hüngür ağlarken de çok sahiciydi, arkasından Kur'an-ı Kerim okurken de samimiydi.
İsrail'e,"one minute" çekerken ne kadar yürekliyse, fosfor bombalarıyla öldürülen Gazze'li çocuklarının acısını içinde hissederken de o kadar şefkatliydi.
Ak Parti'nin 3 gün süren Kızılcahamam Kampı'nda seçim sonuçları, AK Parti ve siyasi partiler üzerine geniş kapsamlı bir sunum yapıldı.
AK Parti'nin seçim başarısının arkasında 1 numaralı faktör olarak ne çıkıyor biliyor musunuz, lider...
Yani Recep Tayyip Erdoğan.
Millet, güvendiği liderin peşine düşüyor.
Çarkçılıkla değil, halkçılıkla oluyor bu işler.
Sol ne zaman ki," Hadi Emine bir fakir evini ziyaret edelim" diyen bir lidere kavuşur, ancak o zaman iktidar olur.
Çünkü iktidarın yolu Silivri'den değil, Hüseyin Gazi'den geçiyor.
(Yeni Şafak'tan)