Genellikle Filistinliler üzerinden duyageldiğimiz ve fakat gündelik hayatlarımızda pek de somut bir anlama tekabül etmeyen bir kavramdı “mülteci”. Ara sıra da, haber bültenlerinde, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tabiri çalınırdı kulaklarımıza, o kadar.
Lâkin ne zaman ki Suriye’deki savaş, o toprakların yerlisi olan ahaliyi yerinden yurdundan etti ve Türkiye “açık kapı” politikasıyla onlara kucak açtı; zihnimizdeki mülteci kavramı, yavaş yavaş somutlaşmaya başladı ve gözle görülür, elle tutulur, sokakta karşılaşılır hâle geldi.
Yaşanan milyonlarca mikro hikâye ve makro trajedi arasında, Osmanlı bakiyesi Türkler, Kürtler ve Araplar yeniden harmanlanmaya, bu sayede yeni bir toplum yapısı mayalanmaya başladı. Zorlukların sabır, hüzünlerin umut, ıstırapların tevekkülle merhemlendiği bu dönemin kaydını tutmalı, kuru yaprak gibi hızla savrulan günlerin arasından yakalayabildiğimiz bir kaç parçayı mutlaka defterlerimize not etmeliyiz. Zira gün gelip de bizi savuran sert rüzgarlar dindiğinde, bu notlara çok ihtiyacımız olacak.
Şükür ki, memleketimizde, hem bu ihtiyacın farkında olup hem de kalemi defteri eline alan birileri mevcut.
Bir yıldan bu yana Fatma Barbarosoğlu yönetiminde çıkan “Nihayet” dergisinin Ocak 2016 tarihli 13. sayısı, “Hiçbir Yerin vatandaşları”na tahsis edilmiş. Bu büyük sancıyı birebir yaşayan insanlara ve onların umuda katık edilmiş hüzünlü hikâyelerine dair çok çarpıcı yazılar var dergide.
Kuru cümleler, üst perdeden analizler, steril bilimsel değerlendirmeler yerine, hayatın içinden, kitabın ortasından tanıklıklar, bütünüyle gerçek hüzünler, ıstıraplar, bizim hayâl dahi edemeyeceğimiz ölçüde sahici umutlar… Okudukça göğsünüzün daraldığını fakat beklenmedik bir cümleyle kalbinizin ferahladığını hissedeceğiniz bir sayı olmuş.
Üç çocuğuyla İstanbul’da yeni bir hayat kurma mücadelesi veren hem hafız hem de Eczacılık Fakültesi mezunu Hacer Abdullah’ın mütevekkil azmine; 1.100 öğrencinin doluştuğu küçücük bir okulda Suriyeli çocuklara eğitim vermeye çalışan Kevser hanımın “sizler ensar oldunuz, bizler de geldiğimiz yere yük olmayan, sorun çıkarmayan muhacirler olmak istiyoruz” hassasiyetine; etraftan gelen bütün baskılara rağmen evlerini, kalplerini ve merhametlerini, bir bacağını da bütün ailesiyle birlikte yiritmiş Bilad’a açan Ziya bey ve eşinin gönül zenginliğine hayran kalacaksınız.
Dünyadaki bunca zulme, bunca kötülüğe rağmen, nasıl oluyor da Kıyamet bir türlü kopmuyor diye merak edenlerdenseniz; Nihayet Ocak sayısında, Allah’ın niçin rahmet ve merhametini hâlâ yeryüzünden esirgemediğine dair ipuçları veren, güzel insanların güzel hikâyeleri var.
Mevzu dergi olunca, Cemil Meriç’in muhteşem cümlelerini anmadan geçemeyeceğim:
“Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.”
Bu anlamda Nihayet Dergisinin, her sayısıyla, bizim nesil adına sağlam bir “vasiyetname külliyatı” inşa ettiği kanaatindeyim.
Hayatın ana caddelerinde koşuştururken pek umursamadığımız, ara sokaklarda mütemadiyen yaşanıladuran lâkin büyük kitlelerce önemsiz görülen nice detayı, gün gelip de kıymetleri anlaşıldığı vakte kadar kayıt altında tutan; ve o gün geldiğinde çocuklarımızın başvuracağı sağlam bir vasiyetname külliyatı.
Emeği geçenleri yürekten kutluyorum.
NOT:
Nihayet Dergisini bir çok gazete bayiinde, büyük marketlerin dergi reyonlarında, kitap mağazalalarında bulmak mümkün. Dergi hakkında daha fazla bilgi edinmek ve nerelerden temin edebileceğinizi görmek için www.nihayet.com adresini ziyaret edebilirsiniz.