Newroz ve güvenlik

YAŞANAN olaylar Kürt milliyetçiliğinin şiddet yönündeki tırmanışını yansıtıyor. Buna karşılık devletin “güvenlikçi” politikalara yönelmesi doğru mu? Devletin barışçı davranarak, oturup PKK ile bir türlü anlaşması gerekmez mi?

Bu soruya doğru cevap verebilmek için, Kürt milliyetçiliğinin PKK’da şekillenen versiyonunu doğru teşhis etmek gerekir.

PKK hareketi bölgede gecikmiş bir “Balkan milliyetçiliği” olarak gelişti. Sırp, Yunan, Bulgar ve Arnavut milliyetçilikleri gibi: Panetnik milliyetçilik, ‘komitalar’ halinde örgütlenmiş terör ve şiddet... Ayrıca etnik nüfusu aşan çok geniş toprak talebi; Yunanlıların “Megali İdea”sı, Sırpların büyük “Velika Serbia”, Bulgarların büyük “Golemo Bulgaria” hırsları... Bu coğrafya talepleri sadece Müslümanları tasfiye etmekle yetinmedi, birbiriyle de çatışarak Bütün Balkanları kan gölüne çevirdi.

Terör metotlarını kullanan PKK’nın “KCK Sözleşmesi”nde de açıkça “Demokratik konfederalizm, dört parçaya bölünmüş ve dünyanın her tarafına yayılmış olan Kürt halkının demokratik birliğinin ifadesidir” denilerek etnik temelli ve Pankürdist bir “KCK vatandaşlığı” kavramı getirilmektedir.

Balkan milliyetçilikleri geçmişteki sıradan âdetleri militarize etmişti. PKK da böyle yapıyor. Nevruz/Newroz/Navrız âdeti İran kökenlidir. Sadece Araplarda yaygınlaşmamış, Farslarla bütün Türk ve Kürt kavimlerinde bahar bayramı olarak benimsenmiştir. Sıradan bir âdettir.

Öyle ki, Kürt kültürünün asli kaynaklarından Şerefname’de “Oğuz Han”dan bahsedilir de Newroz’dan hiç bahis yoktur. Sıradan, folklorik bir âdet olduğu için.
Bu akşam 19.30’da CNN Türk’te Nevruz’un köklerini ve tarihsel sürecini konuşacağız.

Bu sıradan âdet milliyetçi bir ajitasyon aracı haline getirildi: Bu sene de “Newroz” öncesinde Karayılan “Newroz’un serhildana dönüştürülmesi” talimatını vermiştir.

Karşımızda sadece bir terör örgütü değil, 2 milyon oy alan, Balkan milliyetçilikleri gibi “panetnik” hırsa sahip bir hareket vardır. Gelip geçici bir sorun değildir.

Devlet “oturup konuşmayı” denemiştir. Bunu sabote eden PKK olmuştur. Öcalan “Görüşmeler müzakere düzeyine yükseliyor” diye açıklamalar yaparken, 14 Temmuz 2011’deki Silvan saldırıyla PKK müzakere sürecini sabote etmiştir. Önce iki asker ve bir sağlık memurunu kaçırmış, elbette askerler buna karşı operasyona kalkmış ve terör örgütü tarafından pusuda şehit edilmişlerdir.

Habur olayı ile ortaya konulan uzlaşma çabasını sabote eden de PKK idi.

Çünkü amaçları demokrasi, demokratik haklar, demokratik usullerle uzlaşma değildir. IRA ve ETA ile karıştırmamak lazım.

Amaçları “Demokratik Özerklik Sözleşmesi”nde açıkça ifade edilen totaliter bir yönetim kurulmasıdır. Birisi çıksın bana “demokratik özerlik” denilen totaliter sistemin demokratik açıdan kabul edilebilir olduğunu söylesin!

Evet, etnik milliyetçilikler silahla, bastırılarak yok edilemez, hatta çok defa çatışmadan beslenirler, bilenirler.

Fakat etnik milliyetçiliğin terör tehdidi tırmanırken “barış olsun”  diyerek masaya oturmak onun saldırganlığını artırıyor.

İngiliz Başbakanı Chamberlain’ın  “barışı kurtarmak” için izlediği “yatıştırma” politikasıyla verdiği tavizler Hitler’i cesaretlendirmekten başka neye yaramıştı?

Elbette eninde sonunda müzakere dönemine gelinecektir. Fakat bu, PKK’nın terörü tırmandırarak devletin iradesini kırmayı umduğu bir konjonktürde değil, aksine, terörün tırmanması halinde devletin sert tepki göstereceğini iyice anlayacağı bir konjonktürde olacaktır.

Onun için ben “siyasetle müzakere, terörle silahlı mücadele” formülünü yaşamakta olduğumuz süreçte doğru buluyorum.

(Hürriyet)