Birkaç yıl önce New York’tayken bir kızla tanışmıştım. Bir yağlı boya resim sergisinin açılışına katılmıştım, tabloları incelerken ikimiz de uzun süre aynı resme baktığımızı fark ettik. Ardından tanıştık ve birkaç gün New York sergilerinde buluşup hayallerimizden bahsettik. Adı Aslı idi. Tatil için birkaç günlüğüne İstanbul’dan gelmişti. Benden iki yaş büyük, uzun boylu, dalgalı kumral saçları ile çok alımlı bir kızdı. Mütevazi bir giyim tarzı vardı. Onun gibi bir fiziğe sahip olanlar genelde mini etekler ve dekolteli elbiseler seçerlerdi ama o çok farklıydı, güzeldi fakat bunu herkese ispat etme gibi bir gayreti yoktu.
Görüştüğümüz zamanlarda genellikle galerileri geziyor, kitaplarım ve makalelerim üzerine sohbetler ediyor sonra bir şeyler atıştırıp, New York turu yapıyorduk. Bir gün Madison Square’de ki büyük Borders’a gideceğini, benim de eşlik edip edemeyeceği sormuştu. Kitap kurdu olan ben de büyük bir keyifle kabul etmiştim. Kendime son çıkanlar listesinden birkaç kitap seçtim ve bulutlu bir öğleden sonra birlikte Borders’a gittik.
Aslı kitaplar ve yazarlar hakkında oldukça bilgiliydi. Neredeyse o sene çıkan tüm kitapları okumuştu. İstanbul’a dönerken uçakta okumak için benim kitabımı da imzalı olarak rica etmişti. Benim gibi fantastik kurgu hayranı olan bu kız kısa zamanda en iyi arkadaşım olma yolunda hızla ilerliyordu. Sevdiğimiz-sevmediğimiz onlarca ortak yön bulmuştuk bir hafta içinde. New York’un etkileyici atmosferinde yaptığımız sohbetler ve yürüyüşler de hayal dünyamızı iyiden iyiye uçurmaya başlamıştı.
Borders’ın üst katında önce yeni çıkanlar rafına bir göz attıktan sonra ben, Stained Glass ile ilgili kitaplar için art raflarına yöneldim. Cenk, kendi sanatı için yeterince kitap toplamıştı ama ben yine de iyi bir tane daha bulup sürpriz yapma niyetindeydim. Elime bir tane almış incelerken Aslı geldi yanıma.
“Hiç İncil okudun mu” diye sordu elindeki İncili göstererek.
“Hayır, okumadım” dedim omuzlarımı silkerek.
“Biliyor musun dünyada hiçbir kelimesi değiştirilmemiş, insan sözü karışmamış tek kitap Kur’an, ne büyük hakikat değil mi?” dedi Aslı gülümseyerek.
Bildiğin bir şeyi bir başkasından duymak bazen sıkıcı oluyor bazen de gözündeki ya da kalbindeki perdeyi aralıyor. Ne hikmettir ki o günden sonra bir daha Aslı’ya ulaşamadım. Ulaşılabilir her türlü iletişim aracı etkisiz kaldı. Sanki hiç var olmamış gibiydi. Ben alışıktım. Tuhaf gelmedi.
Geçen cumartesi Portobello pazarında İncil satan bir kitap standı görünce yıllar önceki bu diyaloğumuz geldi birden aklıma: “İnsan sözü karışmamış tek kitap Kur’an, ne büyük hakikat değil mi?”
Sonra yine hep bu pazardayken olan o şey oldu; birden ılık bir rüzgâr esti. Aniden ayaklarımın çıplaklığı ürpertti içimi. Gözlerimi açtığımda güneşli bir yaz günü, yine Hyde Park’ta yürüyordum.