İnsanlıktan şikayet ettiğinizde, şikayet ettiğiniz şey aslında medeniyettir…
Başka bir ifadeyle, onun “modernite” denilen kanserli hücreleridir…
Medeniyetin temel unsurlarını tek tek sayarsak, sözünü ettiğim sorunları daha net bir şekilde anlayabiliriz…
- İktisadi şartlar,
- Siyasi düzen,
- Ahlak ve gelenek,
- Bilim, sanat ve teknoloji…
Günümüzün hâkim medeniyeti Batı’ya bakıldığında, bu unsurlardan biri hariç hepsinde açık ara lider olduğu görülür…
İktisat, siyaset, bilim, sanat ve teknolojide rekabet gücümüzün hayli geride kaldığını kabul edelim…
Ahlak ve geleneklere gelince, o alanda da birçok önemli değeri yitirmemize rağmen, bizim öncülüğümüz yine de devam ediyor…
Avrupa’ya gidenlerin orada şahit olduğu ve övgüyle bahsettiği sosyal nizamın inanılan din veya ahlakla herhangi bir ilgisi yoktur…
O düzen, sadece bireysel çıkarlarını korumak için kurdukları ve asla istismar etmedikleri sistemin bir yansımasıdır…
Kısacası, ne din, ne ahlak ne de gelenek bizdekinin yarısı kadar onlarda önemsenmiş değildir…
…
Filistin topraklarında yapılan katliamlar ve sürdürülen vahşet karşısında sadece son bir yılda ölenlerin sayısı 50 bine yaklaştı…
Herkes yine koltuğuna oturmuş, canlı canlı bir soykırım seyrediyor…
Film eleştirisi yapar gibi söylenen üç-beş cılız sesten başka tepki yok ortalıkta…
Batı ülkelerinin adeta insanlıkla alay edercesine, İsrail Hükumetinden yana açık pozisyon alıp, her türlü desteği esirgemeden vermesi bize göre bir facia…
Ama onların penceresinden bakıldığında, bu manzara yukarıda tanımlamaya çalıştığım medeniyet anlayışlarının doğal bir sonucu aynı zamanda …
Bununla beraber, Dünya nüfusunun sadece yüzde 15’inden ibaret olan Batı medeniyetinin insafsızlığına ve vicdansızlığına karşı, geriye kalan diğer yüzde 85’lik kesimin “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” biçimindeki tavrını neyle izah edeceğiz bilmiyorum…
Konu, din eksenli yapılan tartışmaların, “vadedilmiş topraklar” hayalinin çok ötesinde bir konu…
Yukarıda dediğim gibi, onların temel hassasiyetleri kesinlikle din değil… Böyleymiş gibi göstermeleri sadece aldatmaca!...
On milyonluk İsrail’in yalnızca maşa olarak kullanıldığı, arka yüzü pek görülmeyen bambaşka bir dava var ortada…
Dünyanın sonunu “medeniyetler çatışmasına” bağlayan Huntington’a göre artık savaşlarda yalnızca iki cephe kaldı… O cephelerin adları da şu:
- Batı ve Ötekiler!...
Rönesans ve reform hareketleri sayesinde kendine ortak bir kimlik bulan Batı Medeniyeti o tarihten bugüne amaçlarından hiç vaz geçmedi…
Kendi beyaz insanını üstün ırk olarak görmek, yeryüzündeki tüm enerji kaynaklarına sahip olmak, mümkünse karşısındaki her şeyi yok etmek ve eğer mümkün değilse de sömürmek…
Batının bütün bunlar için yaptığı mücadelelerde belki kullandığı silahlar, araç ve gereçler değişiyor ama, niyetler asla değişmiyor!...
Akif’in tanımladığı gibi, bu canavar ruhlu medeniyeti besleyen iki büyük kaynak var:
- Biri Anglosakson kültürü, diğeri ise Greko-Romen kültürü…
Kendi içinde hiçbir zaman din eksenli ayrışma yaşamayan Batı dünyası, gücünü genellikle materyalist aklın kurgularından alır…
Menfaati neredeyse rotası da ona göre çizer…
R.Garaudy, “İnsanlığın Medeniyet Destanı” adlı kitabında Batı medeniyetini şöyle tarif ediyor:
- Batı bir kazadır, bir sapkındır, bir aykırı duruştur. Çünkü Batının medeniyeti kuvvete dayanır; çıkarcılığı esas alır ve hayatı bizatihi savaş olarak görür… Karşısındaki zayıfların payına ancak doğal seleksiyon düşebilir… Güçlü her zaman haklıdır, yaşama hakkı da daima güçlüye aittir…
Son iki asır boyunca, faşizm, komünizm, rasyonalizm, materyalizm, Darwinizm ve kapitalizm gibi ideolojilerle dış dünyayı sömüren bu ırkçı medeniyetin dünya savaşları sırasında nasıl bir ittifak kurduğu, karşısındaki güçleri nasıl hizaya soktuğu kesinlikle unutulmamalı…
Sancaktarlığını uzun bir zamandan beri Türklerin yaptığı İslam medeniyetine gelince…
Pratiğini çok sergileyemesek de, kaba kuvvete değil, hakka ve adalete dayanan bir yapısı var…
Hakkı ve haklıyı korur; zalimliğe ve zorbalığa izin vermez… Zayıfı ve mazlumu her zaman himaye eder…
İslam medeniyetinde menfaat değil, fazilet yer bulur… Orada hayat karşılıklı yardımlaşma üzerine kurulur… Ve sonucunda da sevgi ve merhamet yaygınlaşır…
Batıdaki gibi, ırk veya soy değil, din ve vatan bağı gibi müşterek değerler yüceltilir… O da barış ve kardeşliği doğurur…
O medeniyetin savaşı maddi değil, ancak manevi değerler içindir…
O medeniyetin mücadelesi nefsin hazzı ve hevesi için değil, takva gibi daha başka ulvi gayeler içindir…
Özetlemek gerekirse;
Medeniyetler kitabında öteden beri bir harf dahi değişmedi…
Ne Batınınkinde, ne Doğununkinde!...
Değişen sadece “modernite mikrobuna” bulaşmış insanlar…
Artık eskisi gibi kimseyi giydiği gömlekten ya da taktığı şapkadan tanıyamıyoruz!...
Kim kime karşı, hangi tarafa hizmet ediyor bilemiyoruz…
İşin içinden çıkamayınca Neyzen Tevfik gibi söylenip duruyoruz:
“Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti.”