İncelikten, nezaketten, karşılıklı ilişkilerde “sona ereni” yeniden başlatmaya yaradığına inanılan jestlerden nasiplenmemiş biri olmakla suçlanacağımı biliyorum. Çünkü Deniz Baykal’ın, eşi hanımefendi ile birlikte başbakan Erdoğan’a yaptığı geçmiş olsun ziyaretine ilişkin medyaya yansıyan görüntülerden jest, insani duyarlılık, nezaket benzeri sonuçlar yerine, vıcık vıcık bir ikiyüzlülük, samimiyetsizlik, elbette ilkesizlik gibi pek de hoş olmayan sonuçlar çıkardığımı söyleyeceğim. Yani gerekçesi pek insani görünen bir konu üzerine laf edecek, böylelikle, tabii ki riskli bir iş yapmış olacağım. En azından insanların hep dargın kalmalarını istemek gibi bir niyetin sahibi olduğum için Allah bilir ayıplanacağım da.
Göze alıyorum.
Bize sunulan görüntülere bakarak, “durumun” hepimizin bildiğinden farklı olduğunu anlatma
çabasını pek sahtekarca bulduğumu söyleyerek başlayayım. Enayi yerine konmaktan bıkmayanımız var mı?
Artık “sade” bir milletvekili olduğu halde ne sıfatla başbakana “geçmiş olsun”a gittiğini de merak ettiğim Deniz Baykal’ın, kendisine, elbette mağduru olduğu, o alçakça kaset meselesinden ötürü her fırsatta bindiren başbakana yaptığı bu ziyaret pek ucuz bir şovdu her şeyden önce. Çünkü, kimseyi ilgilendirmemesi gereken özel hayatına ilişkin, doğru ya da yanlış- kimi iddiaları, dillendirmekten çekinmeyen biri olarak başbakana yapılan bu ziyaret, her ettiği lafın Erdoğan'ın yanına kar kaldığını göstermesi açısından çok ibret vericidir. Baykal’ın hiçbir şey olmamış gibi davranmak bir yana, kendisine yapılan saldırıların dolaylı hedefi olan eşi Olcay Baykal’ı da bu şovun bir parçası yapması, ancak politikacı rahatlığına sahip olmasıyla mümkün demek ki. Bunu da anlamış oldum.
Kaset olayında, olaya dahil olan herkesin çok kötü bir ahlaki sınav verdiği nasıl unutulabilir? Başbakan’ın, skandalın ortaya çıkmasından hoşnut olduğunu saklayamadığı bir edayla, içinde, “harama uçkur çözmek” deyiminin de bolca geçtiği ifadelerle değerlendirmeler yaptığı da unutulmuş olamaz. Ama Baykal’ın, unuttuğu belli. Eşini de yanına alarak başbakanı ziyaret etmekle kaseyt dolayısıyla hakkındaki söylentileri yalanlama çabası içindeyse, bunun bir anlamı da yok elbette. Çünkü, özel hayatındaki –varsa- karışıklıkların hesabını vereceği makam başbakan değil.
Partisi içinde “karışıklıklar” varken, eski genel başkanın, başbakanla dostane ilişkiler içinde olduğunu göstererek ülkenin normalleşmesine katkı yaptığı düşünülebilir. Ziyaret sonrası yapılan açıklamadan anlıyoruz ki, Baykal, Silivri tutuklusu Mehmet Haberal ile ilgili -çok insani olduğuna kuşku duymadığım- bir talebi dillendirmiş sadece. Normalleşmeden çok, hukuki açıdan “normal olanı” başbakandan istemek gibi, muhatabının tek adamlığını onaylayan bir tavır sergilediği için Baykal gaf da yapmıştır bana kalırsa. Konumunun hukuku yönlendiremeyeceğine inanılan başbakanın bu talebi yerine getirmesiyle, onun kabul edilen bu “tek adamlığı” tartışma konusu yapılmaktan da çıkacaktır haliyle. Baykal bilemiyor mu bunu?
CHP içinde Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı “kılıçlar” da çekilmişken Baykal’ın Erdoğan ziyaretinin, Erdoğan’ın da adıgeçen parti içindeki tartışmalarda “dolaylı” olarak taraf olduğu izlenimini uyandırdığı ortada. Nasıl bir mantıktır ki, ihtirası asla sönmeyen Baykal, en azından sessizce izlemesi gereken parti içi karışıklığın yeniden başladığı bir süreçte, herhangi bir milletvekili olmaktan başka sıfatı da yokken, sadece “geçmiş olsun” demek için bu ziyareti gerçekleştirebiliyor.
Baykal ile ekibinin, AKP ile ilişkilerde yeni bir sayfa açılacağına ilişkin niyetlerinin sıklıkla dillendirildiği bir ortamda bu ziyaret elbette anlamlıdır.
Alevi açılımından, Kürt açılımından bir sonuç alamayan, üstelik başta Ortadoğu olmak üzere komşularıyla hayli sorunlu olan, Fransa’nın “soykırım suçlarını reddedenlere yönelik ceza” kararını parlamentosundan geçirmesiyle zor durumda da kalan AKP hükümeti, kendisine “milli” meselelerde destek verecek bir CHP’yi elbette Kılıçdaroğlu’na tercih eder. Çünkü Kılıçdaroğlu’lu CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tezlerine karşı söylemler geliştirdiğine ilişkin ciddi bir inanış hakim kamuoyunun bir bölümünde. Normalde, kendisi de “resmi söyleme” karşıymış gibi görünen AKP’nin tercihinin Kemal Kılıçdaroğlu olması gerekirken, bunun tersinin olması hiç de şaşırtıcı değildir benim açımdan. Çünkü AKP hükümetinin karşı olduğu “resmi TC tezleri”, inanç bağlantılı tezlerdir. Bu tezlere itiraz, aslında hiç de gündeminde olmayan başka konuların gündeme gelmesiyle de dillendirdiği itirazlar görünümündedir. Yoksa AKP de düzen içi bir parti olarak, sermayeyle birlikte çizdiği hattın dışına taşmayacaktır. Taşamaz. Taşmıyor da zaten.
Daha önce de bu “hattın” dışına hiç çıkmamış olan Baykal’dan daha iyi müttefik bulabilir mi başbakan?
Peki, geçmiş olsun dememeli miydi Erdoğan’a Baykal?
Demesin diyen kim?
Ailece ziyaret etmek yerine Meclis’te, diğer bir çoklarının yaptığı gibi Başbakan’a yanına giderek “geçmiş olsun” demek çok mu zor?
Baykal, yine kendisinden bekleneni, yani “denge koruyucu” tutumunu sergilemiş oldu.
Koruduğu “kendi dengesi”dir elbette.
Başka ne olabilirdi ki?