Mutluluğun resmi mi, özgürlüğün resmi mi?

Nazım Hikmet, sıkı dostu Abidin Dino’ya Saman Sarısı adlı şiirinde sormuştur, “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” diye. “işin kolayına kaçmadan ama” diye de eklemiştir. Aslında orda istenen mutluluğun resmi, Küba'daki devrimci coşkunun tarifi idi. Nazım da gerçekten o resmi yapmasını istediğinden değil, oradaki güzelliği kendisi şiirle tarif ederken, dostunun da resmiyle eşlik etmesini istediğinden sormuştur.

Abidin Dino, mutluluğun resmini yapmamıştır ama Saman Sarısı’na o da kendi şiiri ile karşılık vermiş, sürgündeki dostu ile tekrar kavuşur, kucaklaşırsa ancak o zaman mutluluğun resmini yapacağını söylemiştir:

“İşte o zaman Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini,

Buna da ne tual yeterdi

Ne de boya……”

Abidin Dino

Zamanın dostlukları, sevdaları, cesareti, hasreti, büyük yürekler, adamlar yaratmış. Cesur adam dostunu sever, sevdasının peşinden gider, hasretini benimser, bedeninde olamasa bile ruhunda, gönlünde, aklında özgürmüş.

En büyük özgürlük korkusuzluktur. Ve en büyük mutluluk özgür olmaktır.

Tüme varırsak, mutlu insanlar, korkusuzdur.

Hiç düşündük mü sosyal medyada niye mutluyuz? Hayır öyle görünmüyoruz, sahte hayat vs, çok önemli değil, biz orda mutluyuz. Çünkü özgürüz. İstediğimizi yazar çizeriz, ister kahraman oluruz, ister şair, ister sevgili, ister kıskanç, hünerlerimizi sergileriz, tartışırız. Ne istersek o şekle gireriz. E insan bu kadar özgürse o kadar da mutludur.

Sosyal medyadan önce, Kodak fotoğraf makinalarımızla, yarısı yanan 20 tane fotoğraf çeker, tab etmek için Pazartesi verir Çarşamba alırdık.

Birisine laf dokundurmak istesek ya kapısına gider, ya evden telefon eder, en iyi ihtimalle ertesi gün buluşma yerine gidip iki ağır laf söylerdik. Ayrılmak da zordu o zamanlar. Bekle ki buluşasın, ortam olsun. Zaten karar verme, cesaretini toplama ve ayrılma sürecinin arasından en az bir hafta geçer, biz çoktan fikir değiştirirdik. Haliyle uzun ilişkiler yaşadık.

Şimdi öyle mi ya, ayrılmak da barışmak da anlık olaylar. Laf sokmak, tepki vermek, küfür sallamak, aşık olmak hep büyük rahatlık. Gittikçe daha özgürüz. Verdiğimiz sözler, karşılıklı hayaller hep tuşlar üzerinde kalıyor.

Ayrılık acisi mi kaldı, hani şu ülkeden ülkeye çekilen hasretler, kavuşmak için sayılan günler, hayaller mi kaldı? İlişki durumunu “bekar”a çevirip, bir de “seni seveni sen sevmedin, senin sevdiğin seni sevmedi, al işte ilahi adalet” yazıp bekleyelim. Çok değil bir kaç saat. Bakın bakalım teselli kuyrukları oluşuyor mu oluşmuyor mu? Sabaha acı falan kalmaz. İşte özgürlük!

“aslında var ya mutsuzluktan geberiyo hep poz bu resimler… Makyaj falan. Yedik sanki”

Yedik elbette, o pozlar o resimler oraya gayet özgürce konuyor. Hedef çatlatmak da olabillir like saymak da. Mutluluğun türüne biz karar veremeyiz, ama çatlamamak bizim elimizde.

gerçek bu, sosyal medya özgürlüktür ve mutluluğu da beraberinde getirir.

Tek sıkıntısı şu, çok hızlı ve kolay mutlu olunup kıymeti bilinmediği için, mutsuzluk hali de çok hızlı olabiliyor.

Türk Dil Kurumu mutluluğu, “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu” olarak tarif ediyor.

İnsan sayısı kadar özlem var. Bu sebeple, bir o kadar da mutluluk çeşidi var.

Örneğin benim en büyük özlemim tekrar İstanbul'da yaşamak. Oraya her adım atışımda mutluyum ve özgürüm. Dil, benim dilim, insanına aşinayım, yolları biliyorum. Çoğumuza göre ise en büyük işkence. Hatta esaret. Resmini yapmaya kalksanız, kapkara bir tablo olur. Ama ben yapsam, Boğaz'ı çizerim, Kadıköy çarşıyı, Salacak'ı, Kız Kulesini çizerim….

Nasıl? birbirini tutmadı di mi. Tutmaz da..

15 yıldır büyüdüğü yerden uzak yaşayan ben ile özlem tarifiniz tutmaz.

Mühim olan bizim tarifimize uymayanı da içimize sindirmek.

İşte bu da benim mutluluk tarifim.