Aslında eskiden böyle bir adet yoktu denir. Sadece kralların, büyük egemenlerin doğdukları gün, tebaalarınca, -o da kuşkusuz resmi bir dayatma sonucu- kutlanırdı, o kadar. Yani bir egemen ritüeliydi doğum günü kutlamaları. Hristiyanlıkta da değişmedi durum. Gerçek yaşam, öldükten sonra başlar diye inanıldığından, doğum gününde değil, ölüm gününde anılırdı kişiler Hıristiyan coğrafyasında. Hala bugün bile adlarına gün verilmiş olan birçok Hıristiyan aziz ölüm günlerinde anılırlar, örneğin.
Doğum günü kutlamak için Babillilerin, Mısırlıların çocuklarının doğdukları günleri bir yerlere kaydetmelerini bekleyeceğiz daha. Şu kayıt işinı kıvırınca, doğum gününü kutlamak da düştü akıllarına bu iki halkın. Tarihçilerin ortak görüşü ilk doğum gününü bir Mısır hükümdarının kutladığı yönündedir. Şaşırtıcı değil. Yoksulun aklına doğumuyla dünyayı şereflendirdiği gelir miydi ki, kutlamayı düşünsün? Tabii kralın, hükümdarın doğum günüdür kutlanması gereken. Sonradan elbette krallarınkiyle asla karşılaştırılamayacak kadar mütevazı şekilde halk da kutlamaya başlamıştır. Ucuz, fazla masraf gerektirmeyen, vefayı önce çıkaran bir eğlence de denebilir doğum günü kutlamaları için.
Kötü bir şey mi? Değil elbette. Varlığıyla sevdiklerine mutluluk verdiğine inananların, sevdikleriyle doğduğu günü kutlamasında ne kötülük olabilir ki? Bizim dindarlarımız, doğum günü kutlamasını da bir Hıristiyan adeti saydıkları için pek karşıdırlar ama, Hıristiyanlık, putperest adetidir diyerek İsa’nın doğum gününü kutlamanın günah olduğuna inanırdı eskiden. Bu inanıştan çok çok sonra vazgeçecektir tabii.
İnsanoğlunda kızında korkudan bol ne var? Yaş almak da insan hayatındaki önemli değişikliklerden sayılır. Bu değişiklik sırasında insanın şeytani ruhların hışmına açık olduğuna inanılırdı. Doğulan günün iyi dileklerle, kötü ruhların hoşlanmayacağına inanılan gülümsemelerle, mutlulukla geçirilmesine dikkat edilirdi bu nedenle. Doğum günü kutlamasının gürültülü olması da gerekirdi ki, şeytani ruhlar korkup kaçsınlar.
Şu facebook, hatırlatmazsa, aklıma gelmez benim kendi doğum günümü kutlamak. Her vesileyle hatırlanmak güzel de, insanın kendini fazla önemsemesi gibi bir tehlikesi de var ayrıca. Buna rağmen doğum gününden söz etmemin nedeni Star gazetesinin türbanlı yazarı Elif Çakır’ın doğum günü kutlamalarıyla ilgili haberlerdir. Hanımefendi doğum gününü bir yatta kutlamış. Kutlamada her görüşten davetli de var. Aralarında bana göre en çarpıcı olanı Fatih Çekirge adlı Hürriyet yazarıdır. 28 Şubat’a en çok destek verenlerden biri olarak, karşı olduğu türbanı takan Çakır’ın yanında olması sizce de ilginç değil mi? Herhalde ilginç ki, Akit gazetesinin cevval yazarı Hasan Karakaya bir hayli eğlenceli bir yazı da yazdı Çekirge’ye ilişkin.
Benim dikkatimi çeken şey “türban mücadelesi”nin gelip dayandığı noktadır. Muhafazakar kadınlar, türban takmak koşuluyla, kendilerine, laiklerce değil, muhafazakarlarca yasak edilen her şeyi yapabileceklerini gösteriyorlar böylece. Karşı olunduğu ileri sürülen “modern yaşama tarzı”na eklemlenme çabasıdır bu. Lamı cimi yok. Dolayısıyla, Çakır gibilerinin laiklerle mücadelesi artık bitmiş, bu mücadele yerini kendi cemaatlarıyla kapışmaya bırakmıştır.
Doğum günü gerekçesiyle de olsa, kısa süreliğine bile, bir ilgi odağı olmayı istemek, bundan mutluluk duymak insani bir durum. Demek ki, insani ihtiyaçların din kuralları ile engellenmesi, türbanlı bir kadın için de sorun. Doğum gününü, kamusal bir ritüel haline getirip, türbanın toplumun diğer kesimiyle buluşmaya engel olmadığının da altını çiziyor olabilir bu görüntüsüyle Elif Çakır. Bir başka sonuç da şu olabilir ki, kazanılmış türban mücadelesinin sonucunu ifade eder: Türban normalleşmiş, kanıksanmıştır.
Benim açımdan korkulacak bir durum yok ortada. Bir kadının, laiklerden çok, tutucu çevrelerle gireceği mücadeleden ben kadınlar adına mutluluk duyarım. Kendilerine bir özgürlük alanı açmaları oldukça sol, oldukça “devrimci” bir çıkıştır. Aklı başında hiçbir laik de, “hem kapalısın, hem bu tür törenleri neden yapıyorsun?” diye de sormamalı herhalde. Hayata açılmayı desteklemek, laik midir bilmem ama, pek bir insani tutumdur. Benim için öyle en azından.
Elif hanım bunları düşünmemiş olabilir. Tüm türbanlı kadınlar için bir örnek de sayılmayabilir. Çünkü Elif hanım da “İslami yüksek sınıfların” mensubudur. Gecekonduda yaşayan Eliflerin yaş günlerini yatlarda, botlarda kutlama şansları yoktur tabii. Sınıf atlamayı becerdin mi, türbanın da göze batmaz. Yılların sosyete gülü, şimdilerin Umre organizatörü Nadire İçkale’nin, türbanının göze batmayışı gibi.
Çok değil birkaç yıl önce, İstanbul’da istiklal caddesinde bildiri dağıtan TKP’li gençlerin arasında türbanlı genç bir kız da vardı. İmanına sahip olmak kadar, ait olduğu sınıfın yanında olma bilincine de erişmiş pırıl pırıl bir kardeşti o. Anladık ki, başını örtmek sol yumruğu havaya kaldırmaya engel değilmiş. O kardeş, gecekondudaki Eliflere daha yakındır, yattaki Elif’den.
“İyi ki doğdun Cemileeeeee” şarkısı söylendi mi acaba yattaki törende? Hatırlatırım, 1893 yılında Mildred- Hill kardeşlerin bestelediği “Good Morning To You” adlı şarkıdan türetilmiştir bu doğum günü şarkısı.
O kadar insani, o kadar gerekli ki bazen böyle şeyler, yapılınca mutlu oluyor insan. Batıya aitti, gavurdu diye karşı çıkanlara, türbanıyla yanıt verdiği için benden de sana “happy birthday Elifffffff”.
Sabaha umutla kalkan o TKP’li kız kardeşle ben, her sabah, şarkının ilk versiyonuna bağlıyız yine de. “Bugün değilse de yarın zafer senin olacak ey insanlık” diye düşündüğümüzden o kardeş ile ben o şarkının sözlerini haykırıyoruz emekçiye: “Good Morning to you”.
Karada söylüyoruz bunu üstelik.
Yatta ne işimiz var.