Söz konusu ettiği dünyaların hangisinden yana olduğunu ta baştan müjdeleyen 'İki Dünya Arasında', İslami kesime hitap etmesi dahi zor bir dizi
Samanyolu TV’de hafta içi her akşam ekrana gelmeye başlayan ‘İki Dünya Arasında’ memleket gündemindeki iki mesele ile tepkisel etkileşim içerisinde kotarılmış bir dizi. Suriye ve kürtaj bunlar... Bir de RTÜK’ün hemen her sahnede kahramanlarını içkiyle haşır neşir gösterdiği için ceza yağdırdığı ‘Behzat Ç.’ ile ‘negatif titreşim’ olmuş sanki. Bu dizide de içki sıklıkla sahnede. Ama tabii ‘bütün kötülüklerin anası’ olarak...
‘İki dünya’ metaforu önemli. Diziyle aynı adda iki kitap mevcut. Mehmed Niyazi Özdemir’in Almanya’da gurbetçi Türk gencin bir Alman kıza âşık olup iki dünya arasında (Doğu-Batı, Hıristiyanlık-İslam) çıkışsızlığını anlattığı romanı (1977); ve Özlem Avcı’nın Türkiye’de dindar üniversite gençliğinin yaşam biçimi, hayat algısı ve gelecek beklentileri üzerine yakınlarda çıkmış araştırması... Dizide bunlardan esinlenme var mı bilinmez, ama içerik olarak Batıcı-modernlik ile İslami-gelenekçilik ikiliği ekseninde yol alınacağı anlaşılıyor.
Bu ‘iki dünya’, İnanç Benlioğlu tarafından canlandırılan mütedeyyin, idealist öğretmen Selim’in aralarında kaldığı iki kadında simgesel karşılıklarını bulacak gibi. Gaddar kocasından çocuğunu alarak Suriye’den kaçan ve Türkiye’ye girebilmek için Selim’le formalite evlilik yapan Sahra (Meltem Dağ) ve yıllardır Selim’i mahallede izdivaç umuduyla bekleyen kuzeni Aslı (Sevinç Kumaş). İki ayrı dünyayı simgeliyor görünen bu kadınlardan birinin (Sahra) tesettürlü olup diğerinin (Aslı) olmaması da manidar!..
Ek olarak, dizide ‘başı açık’ kadınlık hem ikincil hem de tatlı tatlı pejoratifleştirilmekte. Tamam, doğrudan bir karşıtlık yok. Ama dedikoduya meyil, başı açık kadından gelirken tesettürlü kadın ‘dedikoduya fren’ demek. Başı açık kadın yardıma muhtaçlığı göz ardı edip kıskançlık histerisi sergilerken tesettürlü kadın müşfik, sayduyulu, anlayışlı... Bu bakımdan dizi (‘kör kör parmağım gözüne’ cinsinden olmasa da) ‘iki dünya’nın hangisinden yana olduğuna ilişkin mesaj ve imlemelerde daha en baştan bulunuyor.
İki ayrı dünya tasarımı, karakter formasyonlarında da hayli kategorik, yani ‘geçişsiz’ olarak karşımızda. ‘Mutlak iyi’, dolayısıyla ‘hakkani’ olanlar var ve de ‘mutlak kötü’, dolayısıyla ‘şeytani’ olanlar... ‘Behzat Ç.’ benzeri anti-kahraman tiplemelere bu sularda hiç yer olmadığı açık, ama hayatın gerçeğini oluşturan ‘gri bölge’ de pek dikkate alınmamış. Kalben iyi olsa da nefsine esir, alkol bağımlısı, çocuklarını harcayan bir baba var o bölgede, ki ona da akan zaman içinde ‘hidayet aşısı’ yapılması büyük ihtimal...
Türkiye’de İslami kesimin ulaştığı ‘burjuva olgunluk’ düzeyinden değerlendirildiğinde dahi vasat, hayata değmeyen, naif derecede ‘öğretici’ bir kurgu bu. Bakalım bunlardan öteye, daha geçişli, melez, karmaşık ama gerçekçi tasarımlara ve öğretici olmaktan çok düşündürücü işler yapma noktasına ‘Müslüman mahallesi’nde ne zaman gelinecek?! Şimdilik görünen, bu ‘mahalle’ açısından ‘ekonomik-teknolojik saat’ alabildiğine hızlı işlerken ‘kültürel saat’in yavaş işlediği ve sürece ayak uydurmakta zorlandığı...
(Radikal gazetesinden alınmıştır)