Muhteşem bir kadınla vicdan azabı hissettiren bir aşk hikayesi...
“Hiç değişmedi yıllardır... Her zaman öyleydi öyle kaldı... Geçenlerde bir yerde bir metre yanına oturdum... Ona dokunma mesafesine gelmiştim düşünebiliyor musunuz?.. Doğal halindeydi, çok az makyaj yapmıştı... Bir metrecik mesafedeydi, az kaldı dokunacaktım..”
Konuşmaya tanıklık eden ‘adam’ kötü olduğunu hissetti...
Ne zaman o ‘muhteşem kadın’dan söz açılacak olsa kötü olurdu zaten...
Boğazına bir şeyler düğümlenir, konuşamaz, yutkunur ve uzaklara bakardı...
Uzun yıllar önce, herkes gibi o da ‘o muhteşem kadına hayranlık duyarken’ derin sohbetler yaptıkları günler, geceler geçirmişlerdi...
Dostça kalmıştı sohbetler önceleri...
“Muhteşem kadın” hayatında kendisini olduğu gibi kabul edecek sakin ve huzurlu bir ilişki arzuluyordu...
“Beni sade ve yalın halimle taşısın yeter beraber olduğum erkek” diyordu...
Her denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu...
Dokuz sütun manşetlere konu olacak “aşk macereları” yaşamış, bir türlü istediğini bulamamıştı ‘muhteşem kadın...’
Çalkantılı aşk hayatı, aşk yaşadığı erkekleri hep şöhret etmiş, “onunla birlikte olan erkekler bir süre sonra piyasada playboy sıfatıyla nam salmışlardı...”
Hiçbirisinin ona beş kuruşluk faydası olmamıştı...
Onun adından erkekler “ya playboy sıfatı alarak istifade etmişler, ya da böylesi muhteşem bir kadınla beraber olmanın havasını ve cakasını satmışlardı...”
Muhteşem kadınla beraber olmanın kişisel tatmininden sonsuz manevi hazlar almışlardı...
O ise bütün bu hesaplardan uzakta, “sade ve yalın haliyle onu taşıyacak erkekle” huzurlu bir birliktelik yaşayacağına hala nahif bir şekilde inanmaktaydı...
- “Beraber olduğum erkekle, ormanın kuytuluklarında, ağaçlar altında uzun yürüyüşler yapmak istiyorum... Dingin bir hayatı özlüyorum... Erkek arkadaşımla sağlıklı yaşayacağımız, birbirimizle duygularımızı ve hayatımızdaki şeyleri paylaşacağımız huzurlu bir ilişki arzuluyorum...” diyordu...
Bu kadar sıradan isteklerde bulunan kadın ülkenin en ünlü ve muhteşem kadınlarından biriydi...
Hayatında ismi dahil sıradan olan hiçbir şey yoktu...
Taşıdığı sıfatlar, bulunduğu ortamlar, yaşadığı hayatlar, içine düştüğü aşklar; hiçbiri sıradan ve olağan değildi ‘muhteşem kadının...’
Her şey olağandışı yaşanmış bir hayatın sanatçı kesitlerinden oluşuyordu...
O ise ısrarla, “sakin ve dingin bir hayat arzuladığını” söylüyordu...
‘Adam’ derin sohbetlerle dolu günlerden ertesindeki günlerde ‘muhteşem kadınla’ daha fazla yakın bir ilişkiye giremedi...
Hayatını ‘proje gibi planlayan’ bir yaşam tarzını hiç benimsemese de, aklı ve mantığı sakin bir ilişki arayan muhteşem kadınla yaşayacağı aşk ilişkisinin, ip üstünde gitmekte olan meslek hayatını bütünüyle alabora edeceğini hissetti...
‘Muhteşem kadın’, bir süre sonra bir başka erkekle uzun süreli bir ilişkiye girdi...
‘Adam’ da kendi hayatının mecrasında yol aldı, kendi ‘aşkına’ doğru yol aldı...
Aradan yıllar geçti...
Hayat akıllara ve kalplere düşen duyguyu genelde yaşatmadan bitirmez...
O düşünce bir kere içinize girmiş duygu halini almışsa, hayatın quantumu bunu bir yerde mutlaka bir şekilde karşınıza çıkartır...
“Muhteşem kadınla, kendi hayatını yaşamaya çalışan adam da” bir süre sonra yeniden karşı kaşıya geldiler...
İkisi de, duygusal çalkantılarla dolu ilişkilerinden yeni sıyrılmışlardı...
‘Muhteşem kadın’ yine aradığını bulamamış, özlediği dingin hayatı tam kurduğunu zannederken, hiçbir şey kuramamış olduğunu fark etmenin hayal kırıklığıyla yaşadığı ilişkiyi sonlandırmıştı...
‘Adam’ın ise, gittiği mecradaki aşkı ve ilişkisi ‘derin ilişkilerin girdabında’ boğulmuştu...
Adam da kadın da nefes almaya muhtaçtılar...
Popülerliğinin kendini kahraman zanneden şizofrenik izdüşümlerinden teselli arıyorlardı...
Bir araya geldiklerinde birbirlerini ‘teselli’ etmeleri kaçınılmazdı...
Karşılıklı popülerliğin, geçmiş çalkantılı aşklardan mülhem, şifa birliktelikler arayan, egosantrik ilişki sarmalında, yenilmiş egoları tedavi edecek bir merhem arayışındaydılar...
Birbirleri için kaçınılmaz bir ‘merhemdiler...’
Bir romantik esintisinin rüzgarında, “özgünvenlerini geri getirecek, muhteşem ve yenilmez olduklarını” hissettirecek bir küçük birlikteliğe ihtiyaç duyacaklardı...
O birlikteliği yaşadıklarında, ise ‘adam’ daha fazlasını devam ettirmek için korkacaktı...
Manşetleri süsleyecek yeni bir duygusal birlikteliği taşıyabileceğini hissetmiyordu...
İleriye matuf bir “playboy” macerası arama çabası değildi onunkisi...
Öyle şeylerle oyalanmazdı hayatta...
“Muhteşem kadınla da oldum işte” diyecek bir skor ilişkisi ise hiç değildi...
Hayatı ve kadınları “potaya atılacak sayılardan ibaret gören” rezil heriflerden nefret ederdi...
Bir merhemdi, bir şifaydı, belki de fazlasını hissedebileceğini düşündüğü bir romantik heyecandı...
“Muhteşem kadın” adamın korktuğunu gördüğünde olabildiğince olgun davrandı...
Böylesi durumlarda ne yapacağını bilen bir olgunlukta, hayatı ve kendini ucuzlatmayacak bir şaheserlikte davranacaktı...
Kısa süren ‘romantik ilişki’ fazla ileriye gitmeden, kendi gizemi, duygusal gelgitleri ve pek de neye merhem olduğu belli olmayan etkisiyle yarım kalarak bitmiş göründü...
Dün arkadaşının eşi muhteşem kadından bahsediyordu..
“Bir metre ötemde oturuyordu... Benim idolüm o... O kadar kıvamında makyaj yapmıştı ki, dayanamadım kendisine döndüm ve ‘size hayranım’ dedim” diye konuşuyordu...
‘Adam’ konuşmayı dinledi, içinin burkulduğunu hissetti...
Söylenecekler söylenmeden bitmiş, yarım kalmış buruk bir ilişkiydi yıllar önce yaşadığı...
Aslında daha fazlası da vardı muhteşem kadınla yaşadığı...
Uzun yıllar sonra, ‘adam’ fırtınalı bir aşk ilişkisinin ortasında kalmıştı...
İlişkisini yaşadığı ünlü sevgilisi ‘o muhteşem kadına’ tapıyordu...
Onu örnek alıyor, onun gibi yaşamak istiyor, onun gibi mesleğini icra etmek istiyordu...
‘Adam’, fırtınalı ilişkisinin sevgilisine, örnek aldığı mazideki çok özel dostuyla, aynı mekanda buluşturmaya karar verdi...
Fırtınalı ilişkinin sevgilisine, bu hediyeyi verecekti...
Mazideki çok özel dostu, ‘adamın’ bu isteğini kırmadı...
“Muhteşem kadın” muhteşemliğine ve büyüklüğüne aldırmadan, mazideki ‘adam’ın, fırtınalı ilişkisinin kahramanı için daveti kabul etti, orada bulundu ve mesleğini icra etti...
Unutulmayacak bir andı...
Unutulmayacak bir sevgi gösterisi, unutulmayacak bir vefa örneğiydi...
Arkadaşının eşi kadın, “Yanımda öyle oturuyordu... Bizim gibi birisi...” diyordu...
Adam uzaklara baktı...
Deniz rüzgarlıydı...
Yelkenli tekneler çıkmıştı rüzgarda açık denizlere...
Köpük köpük dalgaların, sert fırtınaların eşliğinde yeklenler fora edilmiş, tekneler uçarcasına gidiyorlardı...
Küllenmiş bir aşk hikayesinde anlatılamamışlığın, hak etmediği halde gizlenmişliğin verdiği buruk tat, ruhunu terk etmiyordu...
“Muhteşem kadın”dan bahis açıldığında nedense sır kalmış bir duygunun açığa çıkmayan ‘garip hüznünü’ yaşıyordu...
Fransa’nın eski Cumurbaşkanı François Mitterrand, bir gün “evlilik dışı kızı”nı gazeteciler sorunca açıklamış, bunu gizleme ya da yalanlama yoluna sapmamıştı...
Fransız gazeteciler üzerine gitmişlerdi Cumhurbaşkanı’nın...
- “Kesin olarak ortaya çıkmasından mı ürküyordunuz?..”
- “Hayır” demişti, François Mitterrand;
“Muhtemelen istemesem hiç ortaya çıkmazdı... Açıkladım, çünkü vicdanımın rahat olmasını istiyorum... Yük olarak kalmasını istemiyorum vicdanımda... Bundan kendinize bir paye çıkartmayın... Benimle vicdanım arasındaki bir mesele... Sizi ve kamuoyunu ilgilendirmiyor işin bu tarafı...”
Vicdanları rahatlatmak ve üzerlerindeki yüklerden arındırmak...
Adam açık denizlerde seyreden yelkenlileri izledi:
Hiçbir ağırlıkları yokmuşçasına rüzgarda uçmaktaydılar...
Bir yelkenli olarak rüzgarda uçacak kadar vicdanlarda temizlenmek...
Mümkün müydü acaba bir yelkenli olup denizlerde uçabilmek?..
(Vatan gazetesinden alınmıştır)