Muhafazakârlık; ne idik, ne olduk...

Bugün Ramazan'ın ilk günü. Ramazan sadece oruç ayı değil, aynı zamanda bir muhasebe ayı.

 

İnsan her yaşta dünyayı, hayatı, kâinatı farklı algılıyor. Ruh dünyamız itibarıyla hepimiz farklıyız. Çok güzel bir söz var; her insan tek nüsha kitap gibidir... Ancak o kitaba yazdıklarımız değişebiliyor. Pişmanlıklarla, derslerle, tecrübelerle, tövbelerle silinen satırlar, yırtılıp atılan sayfalar oluyor. Kitabın bitiş bölümü çok önemli. Söz öyle; ne oldum deme, ne olacağım de...

 

Ramazan'da müminler esaslı bir muhasebe yapabilmeli. Ne idik, ne olduk? Ne oluyoruz? Kıştan bahara kavuştuğumuz bugünlerde yapacağımız muhasebe, hem anlamlı hem de önemli.

 

Bizim nesil, son on yılda hayal bile etmediği bir yere geldi. Ama bir yandan da yaşlarımız, ikindi güneşinin batmaya doğru gidişini hatırlatıyor. Bu yaşta kendini bilenler için dünyanın cazibeleri, ışıltılarını çoktan kaybettiler. Gözler mezarlıklara takılırken, dünya ile ilgili hırsların, beklentilerin boş olduğuna, artık nefsimiz de itiraz etmiyor. Şahsen benim kulaklarımda hep; "Allah ile irtibat olmadıkça hayat kocaman bir yalan, sıfıra sıfır elde var sıfır..." ihtarı çınlıyor.

 

Muhasebe yoluna girince, kendime şunu sordum: Dinden, İslam'dan ne anladın? Önce insan olmayı, insanlığa yükselme gayretini anladım. Adil davranmayı, hakperestliği, tevazuu, hoşgörüyü, dürüstlüğü ve güvenilir olmayı anladım. Peygamberimiz'in (sas) "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere geldim." hatırlatması, işin özü...

 

Mütedeyyin insanların, kendilerini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan insanların tevazudan uzak halleri beni çok yaralıyor. Kibire kayan duruşlar, tavırlar, servetlerle, makamlarla, konumlarla, ilimlerle atılan havalar, çalımlar yıkıyor, deviriyor beni. Hele hasetler, kıskançlıklar, gıybetler, dedikodular.. biz böyle mi olmalıydık? İçeride başka, dışarıda başka konuşmalar, az önce övdüğümüzü, arkasından yermeler, yere çalmalar yüreğimi daraltıyor. Okuduklarımıza, dinlediklerimize, seccadelerde akıttığımız gözyaşlarına ne oldu?

 

Şu kıştan bahara geçişte, ümitler, umut dolu bakışlar bize yöneldiğinde, adalet arayanlar, hoşgörümüze kilitlenenler, rantları bize yakıştıramayanlar, "bunlar yetimin hakkını yedirmez" diyenler, "bunlar beklediklerimiz" diyenler, ya bizim yüzümüzden de yıkılırsalar... Ya yine pişmanlık duyarsalar...

 

Dürüstlük, güven, merhamet, şefkat, adalet ve tevazu muhasebesine çok ihtiyacımız var.

 

Mütedeyyin insanlar, günümüzdeki sıfatıyla "muhafazakâr demokratlar" en büyük sınavdan geçiyorlar. Tevazuun sınavı; servetle, makamla, ilimle olur. Kolay ve hızlı kazanılan servetler, makamlar bizi değiştiriyor mu? Biraz ilim sahibi olunca, kendimizi allame, seçilmiş adamlar gibi mi görüyoruz? Daha önemlisi, biz ne kadar güveniliriz? Nereye kadar dürüstüz? Dün eleştirdiğimiz, yerden yere çaldığımız adam kayırmalardan, rant hesaplarından, mevzilenmelerden, köşe dönmelerden, kısa yoldan servet sahibi olmaktan ne kadar korkuyoruz? Yoksa "içinde kul hakkı yok", "hasımlarımıza karşı bizim de güç, imkân sahibi olmamız gerekir" deyip, yiv ve setleri sildik gitti mi?

 

Tarih, aslını koruyamayanların, bozulup gidenlerin devrilmelerini anlatan hikâyelerle dolu. Müminlerin çoğunu dünya sevgisi yiyip bitirdi. "Allah'ı seviyorum" deyip, dünyaya dalmanın faturası ağır oluyor. Çünkü bir kalpte iki sevgi barınmıyor. "Bu dünyada en pahalı şey, Allah'ın rızasını kazanmaktır..." Elbette dünyayı değerlendirmeli, elbette iş, imkân ve güç sahibi olunmalı. Ama dünyayı sevmeden, gücü ve parayı kalbe yerleştirmeden yapmalı bunu...

 

Ramazan fırsat olmalı. Muhasebeyi esaslı ve derinden yapmalıyız. Müminler herkese güven vermeli. İtimat insanı olmalı. İnsanlar bizim adaletimize, liyakati esas alan duruşumuza güvenmeli. Biz anılınca, akıllara dürüstlük gelmeli. Sahurlarda, iftarlarda çok dua etmeliyiz; "Allah'ım, bizi yanlış örnek eyleme... Allah'ım, getirdiğin konumlara layık eyle..."

 

Hayırlı Ramazanlar...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)