Başkalarını bilmem ama ben “Mücahitler müteahhit oldu” derken farklı bir noktaya işaret etmek istiyorum.
Maksadımı tane tane anlatmayı deneyeyim:
* * *
- Eskiden para çeşmesinin başını tutanlar, parayı hep belli kesimlere akıtırlardı.
- Akıtılan bu parayla bir mutlu azınlık oluşmuştu.
- Dışarıdan gelenlerin para çeşmesinin başına yaklaşmasına bile izin verilmezdi.
- AK Parti iktidara gelince “Ben çeşme başı tutmayacağım” demek yerine çeşmenin yeni sahibi olmayı tercih etti.
- Para çeşmesinin başını tutma işini üstlenen AK Parti iktidarı, paranın aktarıldığı tipleri değiştirdi.
- Bu zamana kadar para çeşmesinden hiç nasiplenmemiş kesimler, AK Parti sayesinde nasiplenmeye başladı.
- “Hep onlar mı kazanacak, biraz da biz kazanalım” sözü motto oldu.
- Ancak bu yaklaşım, “adil düzen”e değil, “yer değiştirme” olgusuna tekabül etti.
- Gitti eski mutlu azınlık, geldi yeni mutlu azınlık.
- “Para çeşmesinin başını tutma anlayışı” ise milim değişmedi.
YÜKSEKÖĞRETİMDE “Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi” dersi kaldırılacakmış.
Devletin eğitim aracılığıyla “arzu ettiği türde insan yetiştirme” anlayışına kökten karşı çıkan benim gibi birinin bayram etmesi gerekir.
Gelin görün ki edemiyorum.
Ne bayramı!
Midemde bir ekşime oluşuyor.
Neden mi?
Şundan dolayı:
* * *
Ben devletin...
- “Atatürkçü nesiller” yetiştirme işine soyunmasına da...
- “Dindar nesiller” yetiştirme işine soyunmasına da...
Sonuna kadar karşıyım.
Ancak...
Bugünkü iktidar, devletin eğitim vasıtasıyla insana biçim verebileceğine sonuna kadar iman etmiş bir iktidar.
İstediği şey şu:
Devlet öyle değil de böyle nesiller yetiştirmelidir.
“Dindar nesiller yetiştireceğiz” cümlesi, buna işaret etmektedir.
* * *
- Kemalistler iktidarda olduğunda eğitimi “Atatürkçü nesiller” yetiştirmek için kullanacak.
- Dindarlar iktidara geldiğinde eğitimi “dindar nesiller” yetiştirmek için kullanacak.
Böyle şey olmaz.
Kemalistler de dindarlar da devlet yönetimini ele geçirdiklerinde nesil yetiştirme işine soyunuyorlar.
Okullar fabrika, öğrenciler ürün değildir.
Patates yetiştirir gibi nesil yetiştirme hevesi bir tarafa bırakılmalıdır.
Midelerdeki ekşime ancak o zaman son bulur.
12 EYLÜL’e ramak kala...
MSP Genel Başkanı Erbakan’ın 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerine katılmamasına sinirlenen dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, manşetlere geçen bir çıkış yapıyor:
“Erbakan açıklasın. 30 Ağustos’un karşısında mı?”
Erbakan, Evren’e şu yanıtı veriyor:
“Biz 30 Ağustos’un ne yanındayız ne karşısındayız. Biz 30 Ağustos’un tam içindeyiz.”
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
Sağ kesim, muhafazakâr camia, İslamcılar, Milli Görüşçüler, cemaatler, tarikatlar falan...
Hepsinin Cumhuriyet dönemi uygulamalarına, ideolojisine, yönelimlerine öyle ya da böyle itirazları vardır.
İtiraz etmedikleri tek husus İstiklal Harbi’dir.
Ne itirazı!
Sahiplendikleri, ortak oldukları, kutsadıkları bir şeydir zafer.
* * *
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül rahatsızlığı nedeniyle
30 Ağustos törenlerine katılmadı ya...
Bir kesim Gül’ün rahatsızlığının törenlere katılmamak için uydurulmuş bir bahane olduğuna şeksiz şüphesiz iman ediyor.
Şuna inanıyorlar:
“Abdullah Gül 30 Ağustos’a karşıdır. O yüzden her türlü bahaneyi kullanarak törenlere katılmıyor.”
Kimsenin hastalık falan dinlediği yok.
Bu tablodan şu çıkar:
Türkiye’de taraflar birbirlerine öyle derin bir kuşkuyla yaklaşıyorlar ki en insani durumlar bile kuşkuda en küçük bir gerilemeye yol açamıyor.
BİR “bilen”e sordum.
Dedim ki:
“Neden kadınlarımız bir erkek tarafından tercih edilmiş olmayı, bir erkek tarafından evlenmeye layık bulunmuş olmayı bu denli abartıp önemsiyorlar?”
Cevap verdi:
“Kültürel şartlanma azizim kültürel şartlanma.”
* * *
Gözlerimi kısıp yeniden sordum:
“İyi de okullar okunuyor, yüksek lisanslar yapılıyor, sanatçı olunuyor ve her türlü şartlanma aşılıyor da olay alyansa gelince şartlanma neden aşılamıyor?”
Şöyle bir baktı yüzüme...
Cevap veremedi.
SURİYE konusunda aykırı, farklı, değişik yaklaşım öne sürenlere ağızlarını doldurarak “Baasçı” diyen iktidar yandaşlarının bir amacı var.
İstiyorlar ki:
“Aman bana Baasçı derler” endişesiyle...
Kimse sorgulamasın, eleştirmesin, farklı bir ses çıkarmasın.
Bu yüzden “Baasçı” sopasını sürekli el altında tutuyorlar.
Biraz değişik konuşanların kafasına indirmek için...
* * *
Bu topraklar alışkındır bu türden sopa indirmelere...
- “Komünist” sopası vardı bir zamanlar.
- “Vatan haini” sopası da dün iş yaptı, bugün iş yapıyor, yarın da iş yapacak.
- Bakın, bir ara unutulan “bölücü” sopası vardı, şimdi yine devrede.
- “Nusayri” sözcüğü bile bazen sopa olabilir, tıpkı şimdi olduğu gibi...
- Bir parça unutuldu ama eskiden az kafa göz yarmadı “irticacı” sopası.
- Kriminal bir tehdit gibi sallandırılmıyor mu “Ergenekoncu” ya da “darbeci” sopası...
İSTANBUL’da köprü onarımı nedeniyle trafik tıkanıyor.
Herkes gözünü Başbakan’a çeviriyor. Bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, genel müdürler dahil.
* * *
İşte bakın:
Eş durumundan tayin bekleyen binlerce öğretmen var.
“Sorunumuzu çözün” diye feryat ediyorlar.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik onlara şunu diyor:
“Sayın Başbakan’ın bu konuyla ilgileneceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Eminim ki Sayın Başbakan devreye girecek ve bir çözüm bulunacaktır.”
* * *
İş o noktaya vardı ki...
Neredeyse “Neşe’nin kepek sorunu” için bile “Durun, durun... Bu sorunu ancak Başbakan çözer” diyecekler.
- Hatay’da her gördüğün uzun sakallıyı El Kaide militanı sanma...
- Hükümete laf sokacağım diye Atatürk adına söz uydurma.
- Her şehit haberini, lügat paralamak için fırsat belleme...
- “Bizim ne işimiz var Suriye’de” derken Hindistan Müslümanlarının “Bizim ne işimiz var Mustafa Kemal’in savaşıyla” demediğini hatırla.
- “Okullarda zikir öğretilecek” bilgisini “Okullarda zikir sesleri yükselecek” diye yorumlama.
- Özgürlüklerinin yolunun başkalarının özgürlüklerini kısıtlamaktan geçmediğini anla.
(Hürriyet)