Muazzez İlmiye Çığ, Hatice Kızılyay ve Arkeoloji

20 haziranda bu dünyada 102 yılı geride bırakacak ve inşallah daha nice yıllara doğru coşku ile üreterek koşmaya devam edecektir. Kitaplarını okumak gerek ve özellikle satır aralarındaki ayrıntılarda gizli mesajları ve gerçekleri yakalamak gerek. Muazzez İlmiye Çığ öğretmenimizden bahsediyorum.

Arkeoloji deyince romanlarda, sinema ve televizyon filmlerinde, hatta belgesel yapımlarda ; genellikle, tarihi eser kaçakçılığı işlenir ve bu nedenle zihinlerin algıladığı budur.

Muazzez İlmiye Çığın kitaplarını okuduğumuzda küçüklüğümüzden beri şartlandırıldığımız bir çok konuda, doğru veya yanlış diye bize algılatılan bir çok konuda kırılma noktası yaşıyoruz.

Hangi konularda kırılma noktası yaşıyoruz? Bunları anlatmak için bir kitapta benim yazmam gerekir ama yazdığım kitap suyunun suyu bile olmaz, dedikodu gibi olur, magazin programı gibi olur. Çocukluğundan beri bir çok konuda bazı kırmızı çizgileri olanlar, bazı konularda katı prensipleri olanlar, bu kitapları okusunlar ve özellikle yayıncılar bu kitabı dünyanın tüm dillerine çevrilip okunmasını sağlasınlar.

Merak etmeyin! Yazarı veya yayınevi ile herhangi bir tanışıklığım, dostluğum, ortaklığım, hissedarlığım yok. Bundan emin olun!

İnsanlar kendi duyguları doğrultusunda, kişisel düşüncelerine göre felsefe yapıyorlar ve önüne gelen kitap yazıyor, şiir yazıyor. Ben böyle kitaplardan bahsetmiyorum. Muazzez İlmiye Çığın kitapları arasında bu türde var ama asıl işaret ettiğim Sümer, Hitit tabletlerini, çivi yazısının çözümlerini önümüze koymasıdır. Bu kitapların okunması gereklidir. Geçmişin  geleceği belirlediğine veya geleceğin aslında geçmiş olduğuna inanabilirsiniz. Ben İngiliz’im, Ben Fransız’ım, Ben Almanım diye böbürlenenlerin, ben Müslümanım, ben Hıristiyan’ım, ben Yahudi’yim diye asırlardır yüz binlerce insanın kanını akıtanların, cinayetlerini işleyenlerin, nasıl da büyük suçlar veya günahlar işlediklerini kanınızda, iliklerinizde hissedebilirsiniz.

Medeniyetin beşiğinin batı değil, doğu olduğunu ve medeniyeti de, ilk şehirleşmeyi de, ilk yazıyı da, ilk kanunları da, ilk devlet teşkilatını ve kurumlarını da ,ilk denizciliği de, ilk ticaret kervanlarını, nakliye şirketlerini, kargo sistemlerini de, ilk yargılama mekanizmasını da  Türklerin bulduğuna emin olabilirsiniz.

Çuvallar dolusu tablet varsa okunabilen, çözülebilen bir çuval tabletten sadece birkaç avuç. Bu da Muazzez İlmiye Çığ ve Onun değerli Alman hocaları, meslektaşları tarafından yapılmış. Tabletler Almanya’ya, İngiltere’ye, Amerika’ya, Macaristan’a ve belki bir çok ülkeye dağılmış ama dağıldıkları yerlerden ses yok, netice yok.

Muazzez İlmiye Çığ’ı Sümer araştırmalarına yöneltenin de Mustafa Kemal Atatürk olduğunu ve Sümerbank, Etibank gibi kuruluşları da Türk insanın kafasında yer etsin diye kurdurduğunu bilmek borcumuzdur. 7 bin sene öncesinde Türklerin yaşanılan çağa göre, muhteşem bir şehir organizasyonu ile ve medeniyet ile yaşadığını tabletlerden çözülebilenler anlatıyor.

Arkeoloji demek, tarihi eser kaçakçılığı demek veya orasını burasını kazıp altın, hazine, Cengiz Han’ın kılıcını aramak olmadığını anlıyoruz. Bilimin bu dalında, Sümeroloji, Hititoloji( yabancılar böyle diyor ama  değil, aslında Eti)dallarında en az Muazzez İlmiye Çığ kadar yetenek, beceri ve öğrendiklerini, bulduklarını halka yayabilecek inatçı gençlere ihtiyacımız var. Bütün tabletler çözülebilse; İtalyanların, İspanyolların, İngilizlerin, Almanların, tüm dünya  insanlarının, büyük çoğunluğunun köklerinin Sümerlere veya Orta Asya Türklerine  dayandığını görebiliriz.

Bu bize ne kazandırır? Elbette Türk olduğumuz için boyumuz bir karış uzamaz. Refah seviyemiz 2 dolar daha artmaz. Ama Türklerden nefret edip ve bu nefreti bütün dünyaya yaymaya çalışan ‘’ Türkler bir milyon Ermeni’yi kesti,30-40 bin Kürt’ü de biçti’’ cazgırları belki kendisinin de, Ermenilerin de, Kürtlerin de Türk soyundan geldiğini ciddi anlamda düşünmeye başlayabilir ve belki ruhunun derinliklerinde bir utanç hisseder.

Belki de Türkiye dışında bulunan bu tabletlerin bir çoğu çözüldü ve benim aklıma gelen veya daha da ileri boyutlarda neticelerle karşılaşıldı ve böbürlenmeleri, medeniyet havarilikleri son bulacaktır diye bu tabletleri açıklamadılar, belki de izler, deliller ortalıkta kalmasın, başkalarının eline geçmesin diye bu tabletler kırıldı, yakıldı. Belki de Vatikan engelledi. Belki de İsrail Tevrat’ın hiçbir inandırıcılığı kalmayacaktır diye MOSAD kanalı ile tablet avı sürdürüyor ve bulduğunu imha ediyor. Bilimin zıvanadan çıktığı, çıkartıldığı, bilimin siyasi entrikalara, siyasi yargı kumpaslarına alet edildiği bu çağda her şeyden korkarım ve her türlü komplo teorisi aklıma gelir arkadaş.

Ne yazık ki, Müslümanların, Türklerin bilim yapmasına karşı hep din engeli önlerine dağ gibi çıkartıldı. Ona günah denildi, buna haram denildi, böyle yapma cehennemde yanarsın denildi. Günaha girenler, harama batanlar, cehennem nasıl bir mekansa o mekanda ikamet edecek olanlar öncelikle bilimi engelleyenler olacaklardır.

İki bin sene sonra, belki de üç bin sene sonra Türk, Ermeni, Kürt, Hıristiyan, Yahudi, Hintli, Arap, Amerika Birleşik Devletleri diye söylemlerin kalmayacağı büyük ihtimaldir. O çağları görecek olanlar, isimlerini şimdiden bilemediğimiz gezegenlerle veya uzaylılarla belki ticaret kervanları oluşturacaklar, belki ciddi savaşlar yapacaklar. O zaman bu dünyada kim yaşıyorsa kendisine sadece Dünyalı diyecektir.

Belki Nuh Tufanı diye yanardağ patlamaları, seller, buzulların erimesi, kuraklık, sıcaklık, deprem gibi afetlerle dünyayı terk etmek zorunda kalacak bir avuç akıllı, zengin veya uyanık yada şanslı uzay gemilerine, Nuh’un gemisine biner gibi binerek hayat olan başka bir alemin içine etmeye gidecekler ve burada kalanlar da yok olup gidecek. Belki Nuh Tufanı denilen olay, daha önce Sümerlerin atalarının yaşadığı başka bir gezegen ve Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yer de işte bu dünya. Bütün bunlar şimdilik kulağa çok komik, çok saçma geliyor ‘’ hadi oradan, bu kadar da uçma kardeşim’’ diye tepki verebilirsiniz ama mutlaka böyle olmuştur demiyorum, dediğim şudur ki, geçmişimizde bir çok sır bulunmaktadır ve bu sırlar  Sümer tabletlerinde saklıdır. Bu tabletlerin ve arkeoloji, Sümer ve Eti dillerinin çözülmeleri gerekmektedir.

Tevrat ve tabi ki Zebur kitaplarında, Sümer efsanelerinden alınan bir çok paralel ifade var. İncil ve Kurandaki ayetleri çağrıştıran anlatımlar var Sümer tabletlerinde.

Öncelikle siyasetçilerin, üst düzey general-amiral rütbeli askerlerin, din adamlarının Sümer tabletlerine dair tüm açıklamaları, kitapları takip etmeleri gerekir ve bu Sümer, Eti tabletlerinin çözümü, bir araya getirilmesi, toprak altlarında bulunanların kazılar yapılarak çıkartılması için bütün ülkelerden yetenekli ve inatçı bilimcilerin katılacağı ekipler oluşturulmalıdır.

Çünkü tarih tekerrürden ibarettir. Çünkü gerçekler, var olmanın sırları, hayatın anlamı; genetik bilimde, astronomi de, coğrafyada, fizikte, kimyada ,biyoloji de, matematik te yüzde elli varsa ve  bulunmayı bekliyorsa, yüzde elli de arkeoloji ilminde ve Sümer, Eti tarihçiliğinde yatıyor ve bulunmayı bekliyor.

Ama gerçekler asla siyasette veya astroloji de bulunmuyor. Magazin dünyasında bulunmuyor. O soy kırım yapmıştır, bu şunları kesmiştir söylemlerinde ise tamamen menfaatin pis kokuları depolanıyor ve parfüm, kolonya, esans diye insanların suratlarına sürülüyor, fışkırtılıyor.

Dil ve Tarih Coğrafya fakültesinde Sümer, Eti bölümlerine ağırlık verilmelidir. Uluslararası ağırlık verilmelidir. Bilim adamı değilim ama hakiki bilimcilerin asla siyaset yapmayacağını ve asla Allah ile kul arasına girer gibi, Mehdi gibi, peygamber gibi vaazlar vermemesi gerektiğini bilen birisiyim.

Mustafa Kemal Atatürk bize Muazzez İlmiye Çığ ve rahmetli Hatice Kızılyay öğretmenlerimizi kazandırmış. Bu iki değerli insan adına üniversite kurulmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra ve Osmanlının duraklama, gerileme, yıkılma dönemlerinde  bilime bu kadar ödem ,değer veren bir siyasetçi daha, padişah, vezir, sadrazam  falan  gösterebilir misiniz bana?


www.tarazastana.com