Monarşi bir yanılgı, hata, çağ dışılık ve antik döneme ait bir şeydir değil midir? İngiliz monarşisi zamanın ruhuna aykırıdır o halde. O zaman nasıl oluyor da bu türden bir ilgi, hayranlık ve teşekkür sunuluyor bir kraliçeye.
Kraliçe II. Elizabeth'in cenaze töreniyle Londra kısa bir süreliğine dünyanın merkezi haline gelecek bugün. Devlet başkanları Westminster Manastırı’nda dizilirken bir milyardan fazla kişinin de cenaze törenini izleyeceği biliniyor ama tahmin ediliyor diyelim. Elbette bu yoğunlukta popüler yaşama ilgi, Kraliçe II. Elizabeth’in uzun ömrü ve uzun süre başta kalmasının etkisi var. Ama sarayda yaşama ve ulaşılmaz olma telaşındaki bazı devlet başkanlarının tersine her aşamada halkın arasına girmeye çalışması, duygularını demode kabul edilen şapkalarının altına saklaması, ayrıcalıklı doğma ayrıcalığını normalleştirmesi ve kendini hizmete adadığını erken yaşında bildirmesi de önemli olmalı. ‘Kısa veya uzun…ömrüm size hizmete adanmıştır’ dedi ve uzun ömründe kraliyet tacına olan desteğin azalacağı ve yok olacağı kehanetinde bulunulsa da aslında monarşiye olan ilgi onun döneminde hep arttı. Frak giyen uşakların gölgesinde toplumdan kopuk olmadı. Kendisine olan ilginin sadece ülkede değil dünyada tepe noktasında olduğu zamanda öldü. Hem de yeni başbakanı ağırladı, sembolik de olsa göreve çağırdı ve ölmeye yattı. Bu kısım çok kıymetli değil mi?
Yurtdışında da aynı şekilde değil miydi? 1960’lı yıllarda Gana’da cumhurbaşkanı Nkrumah ile yaptığı dansta Gana’nın Ganalılara ait olduğu mesajı verdiği hala söylenir.
Peki ya İrlanda? Irlanda Kurtuluş Ordusu amcalarını öldürmesine rağmen 30 yıl sonra İrlanda’ya giderek barış elçiliği yapan ilk ve tek monarşi mensubu olmadı mı? Bu Britanya İmparatorluğu’nun yanlışları için af dileyen bir davranış değil miydi?
İmparatorluk parçalarından Milletler Topluluğu’na evrilirken her zamankinden farklı bir misyon taşıyor olduğunu kişisel sağlamlık, kudreti ve metanetinin de etkisi kıymetli olmalıydı. Sarayında sadece başı olduğu hükümetin başbakanlarını ağırladığını iddia edemeyiz. Ya da açılışlarda kurdela kesen bir figüran da değildi. Onu görmeye gelen halka ‘How do you do?’ veya ‘Have you come far?’ diye soracak kadar da zarif davrandı, özel ilgilendi. Bunun önemli olmadığını iddia edemeyiz, hepimizin hoşuna giden bir hatır sorma olurdu.
Kraliçe II. Elizabeth zamanında üstünlük ve seçkinler arasında birinci olma hali çok değişti. Kendisinin monarşinin başı olarak yaptıkları, halka yakınlığı hem şimdi başa geçen oğluna ve hem de diğer bazı ülkelerdeki monarşilere ders niteliğinde de kabul edilebilir.
Bu ders son bulacak 19 Eylül 2022 Pazartesi günü sona erecek…
Peki acaba Kral Charles bu harmoni denilen şeye kendini nasıl ekleyecek, becerebilecek mi? 73 yıl boyunca iki kadının gölgesinde yaşayan kişi acaba ne kadar sağduyulu olabilir. Güçlü vazifeşinas annesi ve göz kamaştıran birinci karısının gölgesinde ‘Kafes Arkası’ adeta. Hiç yaşamadık ama en iyi biz biliriz, tarih derslerinden ve Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi’ndeki Veliaht Dairesi’nden, çift olandan…
Ama tabi Kral bir hükümet gibi, politikacılar gibi başarılı olma çabasında olmayan biri tabi. Hatta ışıltılı bir tasma gibi bakılıyor onun yetkilerine, sınırlarına. Tasma sonuçta, ulusun gevşettiği kadar ileri gidebilir. Ne kadar kararlı, iddialı ve baskıcı olmaya çalışırsa o oranda kısıtlanacak yetkileri. Sevgi kısmı da ek olarak azalacak tabi.
Peki, yasama ve yürütme meclise aitse bir cumhuriyetten farkı nedir ki? O halde kraliyet tacı mit oluşturan, bolca merak uyandıran ve turist çeken ‘onurlu bir gelenek’ veya ‘halkta merak uyandıran bir araç’ değil mi yalnızca?
Yoksa, Kral Charles’ın Avustralya’nın, Kanada’nın veya Solomon Adaları’nın devlet başkanı olmayacak tabi. Uzaktaki tarihi bağların temsilcisi demek daha uygun olur. Politikacılarla karşılaştırınca bütünleştirici ayrıca. Kirli politikaların neticesinde seçim kazanan, halkı öteden beriye savuran, bölen, birbirinden nefret ettiren politikacıları ele alınca bütünleştiricilik krala da kalabilir.
Turkiyede ve dünyada sanıldığı gibi sınırsız yetkilere değil hakları kanunlarla sınırlanmış esasen. Hakkı ve etkisi de sadece danışılma ve uyarma. Bütçeye dokunamayan, savaşa karar veremeyen , parlemento konuşmasını dahi kendi yazamayan biri. Ama yine de gelenekler gereği tacın birisinin kafasına kondurulması lazım.
Sınırsız hakkı da arabasını trafikte istediği yerden ve sınırsız sürme hakkı ki hiç kullanmayacak gibi.
Peki temsili olarak bir devlet başkanının olması ile monarşi ile yönetilen ve hiç bir yetkisi olmayan bir kralın/kraliçenin varlığı arasında ne kadar fark var? Bence monarşinin olmasının bir avantajı bile bulunabilir; gelenekler, onlara bağlılık, devlet törenlerindeki ağır, çekici ve parlak kıyafetler. Yani, düğüne, cenazeye, ağırlamaya, oturmaya ve kalkmaya kadar sinmiş gelenekler…kaldı ki Kraliçe Büyük Elizabeth mistik de bir dokunuş verdi…politikacıların halkı bölme çabasına şifalı bir kraliyet dokunuşu…
Hem George Orwell monarşinin varlığını “tehlikeli duyguların yoğunlaştığı zamanlarda kaçış vanası/escape-valve for dangerous emotions” olarak tanımlamadı mı? Kaldı ki vatanperverliği siyasetten de uzaklaştıran bir güç de.
Tabi…Kral III. Charles’ta annesinin dirayeti olur mu bilinmez. Olsa da bunlar ülkenin sorunlarını çözmeye yetmez ama herkesin oynayacağı rol var ve kral için rolü sadece barış elçiliğidir, annesinin ona yol gösterdiğini umarak.