Sabahları huysuz uyanmayanlardanım. Patlamış afyonla kalkarım, özellikle huysuzluk etmemeye özen gösteririm ki, eskilerin dediği gibi, günüm nasıl başlarsa öyle gitsin. Gerçi çoğu zaman kendimi zorlamışlığım vardır, “gül dedim sana, şarkı dinle kahve falan iç, acilen gülümse Ebru. Hiç çekemem seni bütün gün bu aptal modda” Sık olmasa da yaptım. Yani o gördüğünüz sosyal medya, cici, gülen fotoğraflarımın bazılarında gizli ipler dudaklarımı yukarı çekiyor aslında. Ne yapayım, insanız. Sabah keyifsiz kalktım diye, gülüşümü mü cezalandırayım.
Ayrıca bir başka itiraf, çok denedim, nasıl başlarsa öyle falan gitmiyor. Gün içinde defalarca değiştiriyorum o modu ben. Burcumun bir özelliği de olabilir ama tek modla gün geçirmek zaten kadın olmanın naturasına aykırı. (Bu arada burcum Yengeç)
Bu sabah yine kendimi zorlayarak kalktım, gülümsedim, günü selamladım falan ama içimde bir inat var. Huysuzluktan çıkamıyorum ve kendimi haklı çıkarıyorum; kızımın dişi ağrıyor, okul ödevlerim birikmiş yapamıyorum, iş arkadaşım ayrılmış, ayın sonunu getiremiyorum falan, kararlıyım çok zor güleceğim bugün. Tatlı bir apartmanın 2. katında oturuyorum. Yeşillikler içindeyim, hayatımda mutfak perdemi kapatmak aklıma gelmemiş. Kahvemi hazırlarken, dışarıdan yaklaşan bir ıslık sesi duyuyorum. Keyifli bir name tutturulmuş ve hemen ardından, mutfak camımda bir adamla göz göze geliyorum.
Öyle içten, hergün burda karşılaşıyormuşuz gibi “günaydın” diyor ki, ben de aynı sevimlilikle cevap veriyorum.
O sırada dünyanın bana hazırladığı kötülükler, sapık bir cam silicinin mutfak camıma tünemiş olması ihtimali, kıyafetlerimin “onun da gönlü vardı” hükmünü yaratıp yaratmayacağı aklıma bile gelmiyor. Sadece,
“geç otur ayazda kalma” diyesim geliyor….
Nasıl bir diyar burası? Hala insan insandan korkmuyor.
Modum tamamen değişiyor. “Şaşkın ve şakacı kız” modundayım. Yani gülmeye hazırım.
Okuluma varıyorum, arabamın yanında şaşkın gözlerle bana bakan arkadaşımla gözgöze geliyorum.
“lastiğine noldu?”
“lastiğime noolmuş?”
“ben de onu diyorum lastiğine nooldu?”
Lastiğim yere yapışık, değiştirmek için gereken hiç bir ekipmanın değil İngilizcesini, Türkçesini dahi bilmiyorum. Dahası patlayan lastik için kim çağırılır, ne yapılır, kaç para verilir zırnık fikrim yok. Sudan çıkmış balık gibi ağzımı açıp kaparken, gel de kal o gülmeye hazır şakası kız modunda….
İngilizler iş yapmayı pek sevmezler. Ben de İngilizce yalvarmasını pek bilmem, ama dünyanın değişmeyen kuralı, yaşlı gözlerle size çaresizlikle bakan bir kadını geri çevirmeniz mümkün değidir. Ve lastiğim değiştiriliyor.
Yine bir mod atlaması, “yaşasın, ne çok dostum var!”
İki modla günü kapatacağımı zannediyorsanız, üzgünüm, mümkün değil.
Yeni lastiğe verilen onca paradan sonra küfür modu,
Damağı ağrıyan kızımın, “senin niye ağrımıyor ?” diye fırça atmasından doğan “yok artık yaa!” modu,
Filmin sonunda ölen kızdan sonra “iyiler hep kaybeder, ben de iyiyim ondan mı?” arabesk modu
Ödevlerimi yetiştiremediğim için, panik modu,
“neden doymadım ki ben?", açlık modu,
“lanet olsun bu soğuğa zaten sevemedim gitti bu meleketi”, tükenmişlik modu,
“özlüyorum” modu,
“kızıyorum” modu….
Bitmek bilmiyor…
Aslında psikoloji biliminde benim bu mod dediğimin adı, Duygudurum. Ve deniyor ki;
“Hiçbir neden yokken aşırı enerjik, sağlıklı ve mutlu ya da hiç olmadığı kadar mutsuz ve depresif hissetmek gibi belirli bir süreci kapsayan iniş ve çıkışlar Duygudurum Bozukluğu belirtilerindendir.”
Çoğu insanı bu süreçte aklayan tek nokta var ki, duygudurumumuz hiç bir zaman sebepsiz değişmiyor.
Hayatla, insanla içiçe yaşıyorsak, kimi veya neyi olursa olsun seviyor, seviliyorsak gelsin çeşit çeşit modlar.
Yaşadığını hissetmek kadar güzeli var mı?
Ya aksi olsa idi? Gerçekten nasıl başlasak öyle gitseydi, hiç değişmeseydik.
Sabah bıraktığın insan ile akşam karşılaştığın aynı olsaydı,
Ne küsler barışır, ne insanlar birbirini affeder, ne de ağlayanlar gülerdi.
Ruhtaki değişim başımızın tacı, yeter ki bir sebebi olsun.