Minnettarlık cam da sildirir

Yıllarca ABD’de yaşamasına rağmen doğuya özgü bir feodal vefa anlayışına sahip oluşu kimilerinin gözünde değerlerine bağlılığının bir işareti sayılarak olumlu bile bulunabilir ama ben Egemen Bağış’ın son açıklamalarını tüm görevlerden istifa etmesini gerektirecek bir gaf olarak değerlendiriyorum.


Egemen Bağış, hem AKP’nin hem de genel başkanının kendisini 32 yaşında ABD’den çağırarak önce milletvekili, sonra genel başkan yardımcısı, ardından da bakan yaptığını büyük bir minnet duygusuyla dile getiriyor. Vurucu cümlesi de şu: “Genel merkezim, genel başkanım, partim bana, ‘Sana yeni bir görev düştü, genel merkezin camlarının temizliği bundan sonra senin mesuliyetin’ dese, gocunmam yaparım”.


Bu açıklamalardan anlıyoruz ki, Bağış’ın Başbakan Erdoğan’la ilişkisini, ona karşı duyduğu “minnet borcu” belirliyor. Bunu açık ettiğinin farkında mı bilemem ama devlet adamı ciddiyetinden çok uzak bir yaklaşımla, “tüm varlığını” velinimetine borçlu olduğunu söylemekten çekinmediği belli. Emekliliğinde yazacağı hatıralarında söz etseydi, ancak o zaman  bir vefanın yerine getirilişi sayılabilecek olan minnettarlığını, hem de görevdeyken böylesine ifade etmesi büyük bir gaftır. Bağış’ın “milletine” değil, başbakanına karşı “borçluluk” duygusu içinde olduğunu anlıyoruz böylelikle.


Felaket sözler bunlar. Böyle düşünerek kendisinin bir “hiç” olduğunu da kabul etmiş olmuyor mu bu zat?  Açıklamalarını okuduğumda, muhteremi yeteneklerine, zekasına değil, başbakanının “teveccühüne” borçlu olduğumuzu düşündüm haliyle.


Çok açık ki, bakan beyin, partisiyle, başbakanına sadakatinin son derece “bireysel” gerekçeleri var. Kendisine sunulan olanaklardan yola çıkarak bir “vefa” duygusu geliştirdiği görülüyor. Vefası/sadakati, o olanakların büyüklüğüyle de ilgili olmalı ki, minnettarlığını bu büyük ikramları hatırlatarak yapıyor.  


Bu tür bir “minnettarlığa” eşitlikçi toplumlarda rastlanmaz. Fırsat eşitliğinin olduğu toplumlarda, bu fırsatı “yetenekleriyle, ürettikleriyle” elde eden bireyin, bir başka bireye, -özellikle bir muktedire- minnet duymasına gerek yoktur. Cümlelerinden çıkarılacak sonuçlardan en önemlisi Bağış’ın (da) gerçekten “eşitsiz” bir toplumda yaşadığını/yaşadığımızı kabul etmesidir, bana sorarsanız. Bu eşitsizliği, bizim gibi dile getirmiyor tabii ama söylediği bizim söylediğimizin aynısı aslında. Bu toplumda, “seçilebilmek” için, özellikle muktedir tarafından bir biçimde fark edilmek gerektiğini, bu gerekliliğin “kişisel minnet borcu” doğurduğunu Bağış’ın sözlerinden daha iyi ne anlatabilir?


Marvin Harris
, orta Malaya topluluklarının ilkel halklarından Semai’lerde hiç kimsenin bir başkasına minnettarlık duymadığını söyler. Aklımda böyle kalmış. Çünkü avcı herkese eşit dağıtır avını. Bu nedenle teşekküre de minnete de yer yoktur.  Şükran duygusu, teşekkür bireysel ilişkilerde elbette nezaketin güzel yansımalarıdır ama bu kavramlar sınıfsal çelişkilerin keskin olduğu toplumlarda, bireyin bir başka bireye “bulunduğu yeri” borçlu olmasının bir gereğiyse, muktedire biatın ifadeleri olup çıkarlar.


Vefa duygusu ya da minnettarlık, kişiyi sessiz kılan yegane “susturucular”dır aynı zamanda. Bağış, bu susturucularla donatılmış bir insan olarak, başbakanını, örneğin bir yanlış kararında asla eleştiremeyecektir. “Mevcudiyetini borçlu olma” durumu buna olanak tanımaz çünkü.


Bağış’ın partisinin genel merkezinin camlarının silinmesi görevinden bile gocunmayacağını söylemesi, alçakgönüllülüğünden çok, velinimetinin takdir buyurduklarına kayıtsız şartsız itaat etme tutumundandır. Bağış kendisini bir göreve layık görmemekte, muktedir onu dilediği göreve atamaktadır. Kendisi söylüyor. Dolayısıyla AB’den sorumlu bakan olmakla, genel merkezin camlarının silinmesinden sorumlu kişi olmak arasında bir fark yoktur Bağış için. Duyduğu minnet tersini yapmasına izin vermez çünkü. Kendisini yetenekleriyle kabul ettirmiş olsaydı elbette daha kişilikli bir tutum alabilirdi.


Bireyler arasında  “borçluluk” kaynaklı her tür ilişki eşitsizlik yaratır. Herhangi bir bakan ile başbakan arasında kategorik olarak bir eşit olmama durumu vardır elbette ama Erdoğan ile arasındaki eşitsizlik, Bağış’ın duyduğu minnetten ötürü aynı zamanda “teslimiyetçi” bir eşitsizliktir.


Gün gelir de minnet borcunun ağırlığı altında kalmaktan yorulursa, Bağış, ya gidip Semai’lerle beraber yaşayacak ya da memlekete sosyalizmin gelmesini bekleyecek.


Tabii eşitsizlikten rahatsızlık duyuyorsa.