Savcılığın iddianamesi, sadece darbenin ve darbecilerin hesabını görmeyecek. Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya için müebbet hapis cezası istenen ve mahkeme tarafından kabul edilen iddianame, yargılama sürecini başlattığı için hukuk işini yapmış olacak.
Ama bu iddianame dolgun ve sağlam içeriği ve darbecileri hakim karşısına çıkartmasıyla aslında bütün taraflara, kendi geçmişleri ve hatalarıyla hesaplaşma fırsatı da veriyor. Hukukî sonuçtan öte, bu dava vesilesiyle kamu vicdanı hükmünü tazeleyecek. Kalabalık bir defterin bütün hesapları görülecek.
Sol bu hesaplaşmada bütünüyle sınıfta kaldı. 1960\'lı yılların sonundan beri radikal sol ne ölçüde Türkiye\'nin özgün dinamiklerinin ürünüydü; ve ne ölçüde güç ve iktidar sahiplerinin oyuncağı olarak cepheye sürüldü? 12 Eylül 2010 referandumu ve bugün bu iddianame karşısında solun gömüldüğü derin sessizlik bize cevabı veriyor. Dün MDD tezleri ile darbecilerin ayak işlerini görmüşlerdi. Referandum\'da hırçın \'hayır\' kampanyası yürütenlerle, bugün sesi çıkmayanların sol ideolojiye ait bağımsız bir iradelerinin olması imkânsız. Demek ki sadece söylenenleri yerine getiriyorlar: \'Yetmez Ama Evet\'çilerin toplantılarına girip boya ve yumurta atmak gibi. Layık oldukları yegâne yer fikir ve siyaset dünyamızın çöplüğü. Orada Ergenekon kuyrukçuluğuna ilave yeni talimatlar gelene kadar eşelenip duracaklar. Neyse ki talimat verecek olanlar hakim karşısında. O zaman solun vereceği bir hüküm de kalmıyor.
Milliyetçilere gelince. Durum soldan pek farklı değil. 12 Eylül Referandumu\'nda onca hakarete ve ihanet ithamlarına direnerek \'evet\' kampanyası yürüten \'Bağımsız Ülkücüler\' dışındakiler sınıfta kaldı. 12 Eylül hesaplaşmasını engellemeye çalışanlar kendi geçmişlerine, hatıralarına ve daha ötesi ülkelerine ihanet ettiler.
İhanet değil gaflet ise, bu gafletin altında milliyetçilerin devletle olan hastalıklı ve tek taraflı ilişkisi yatıyor. 70\'li yılları devletin kudsiyetini ve düzenin rezilliğini birbirinden ayırmakla geçirdik. Artık o günlerin \'kutsal devleti\' ile, darbecilerin ve darbe fırsatçısı rantiyecilerin ayaklarını sildiklerini yaşayarak görmedik mi? Dün \'kol kırılır yen içinde\' mantığıyla, Mamak Askerî Cezaevi\'nde, Avrupa Konseyi\'nden gelen denetçilere \'işkence olmadığını\' söyleyerek devlete değil sadece darbecilere omuz verdiğimizi anlamadık mı? Darbecilerin tasfiyesi, devlet ile milliyetçiler arasındaki marazî ilişkiyi de sona erdirdi. Meğer savunduğumuz şey devletin âlî menfaatleri değil, eşkıya yöntemleri ile devlete tasallut eden darbecilerin iktidar çıkarlarıymış.
\'Devrimci şiddet\'i yöntem olarak kullanan bütün marjinal sol fraksiyonlar ile, \'Son bağımsız Türk Devleti\'ni komünist işgalden kurtarmaya çalışan\' ülkücülerin vuruşması ne devrim getirdi, ne de ülkeyi korudu. Sadece darbe şartlarını olgunlaştırdı. Marjinal solda, darbeye destek veren MDD\'ciler nasıl şiddeti tırmandırdıysa, sağda da \'kutsal devlet\'in arkasına saklananlar aynı amaca hizmet ettiler. 1 Mayıs, 16 Mart, Maraş, Çorum, MHP Genel Merkezi\'nin basılması gibi olaylar gençlerin ürettiği şiddeti yeterli bulmayan üniformalı eşkıyaların marifeti değil miydi?
Darbeciler derdest edildi. Askerî vesayet düzeni tasfiye edildi. 2007 yılından beri ne faili meçhul cinayet, ne de devrimci şiddet kaldı. Devrimcisinin de, milliyetçisinin de artık silkinip kendine gelmesi gerekmiyor mu?
Milliyetçilik, milletine değer vermek, onu yüceltmektir. Darbecilik, milleti kendini yönetmekten aciz, zavallı bir koyun sürüsü olarak görür. Milliyetçiliğin kendi içinde tutarlı olabilmesi için \'yüce millet\'in yönetme hakkına saygı duyması gerekir. Demokrasiyi işletemeyen bir milletten hangi büyüklüğü bekleyebilirsiniz?
12 Eylül iddianamesi milliyetçilere kendi geçmişleri ile hesaplaşma fırsatı veriyor. Sadece 16 ay önceki referandumu bir siyasî horoz döğüşüne dönüştürüp, 70\'li yılların haysiyet ve asalet sahibi Ülkücülerine haksızlığı düzeltmek yetmiyor. Darbecileri, milleti, milliyetçiliği ve gerçekten bu milletin büyüklüğünü göstermesine imkân veren demokrasiyi hep birlikte gözden geçirmemiz gerekiyor.