Mart ayının ilk haftası ne yazılır diye düşününce hemen ‘Kadınlar Günü’ aklıma geldi. Kıymet vermek istediğimiz ama çeşitli sebeplerle ihmal ettiğimiz bazı şeyler için bir gün atamak, o gün öncesi ve sonrasında ihmalkar davranıp ilgili günde yüceltmek doğru kabul edilmese bile yapıp dururuz bunu. İşte Dünya Kadınlar Günü’nün yaklaşmakta olduğunu bilinciyle bu hususa değinmek isterim.
Avrupalı kadınlar seçme seçilme haklarına kavuşmak, erkeklerle beraber mühendislik eğitimi almak, baroya üye olmak gibi haklar için fikri ve fiziki savaş verdikleri yıllarda Türk kadını cepheye mühimmat taşıyordu. Bu kıymetli vazife elbette ki çok kutsaldır. Ancak biz Türk kadınları haklarımız için savaşmadık, hapis yatmadık, yerlerde sürüklenmedik. Hepsini Cumhuriyet Devrimleri’ne ve Atatürk’e borçluyuz.
Cumhuriyet ile kadınlara seçme ve seçilme hakları yanında diğer bazı haklar batılı kadınlarla eşit zamanlı veya öncesinde verilmeye başlandı. Bu her ne kadar gururla taşınan bir hal olsa da kıymet bilme ve ona sıkı sıkıya tutunma hususunda kanaatimce epeyce hareketsiz sayılırız. Sezen Aksu der ya ‘…ele geçmez istediğin uğruna savaş vermediysen…acısını, çilesini çekmediysen…’
Kadınlara cemiyet içinde zor ve nadiren konuşma hakkı verildiği bir zamanda 22 yaşında ilk konuşmasını yapar. Toplumun her tabakasından kadınları harekete geçirmek gerektiğini savunur. Bu hak uğruna hapse düşen kadınlar için para toplar. 1917 yılında Birinci Dünya Savaşı hala devam ederken Başbakan Lloyd George ile görüşür, varlıklı 30 yaş üstü kadınlar için seçme hakkını elde eder ancak bu kendisine yetmez ve kampanyasına devam eder. Nihayet 1928 yılında kadınlara erkeklerle beraber eşit olarak oy kullanma hakkı verilir.
Yaptığı işin zorluğunu anlamak için o dönemin İngiltere’sinde kadınların meslek edinme ve yüksek öğrenim haklarının olmadığını, sahip oldukları şeylerin ve kendilerinin eşlerine veya babalarına ait olduğunu hatırlamak gerekir.
Kendisi Cambridge Üniversitesi bünyesinde Newnham Koleji’nin kurucusu olarak kadınların eğitim almasını sağlar. Çalışan kadınlar, çocuk işçiler, çocuk tacizi konularında da savaşım verdi. Kadınların boşanma davalarında erkekler ile eşit haklara sahip olması için çabalar.
Ve der ki “Kadınlara oy kullanma hakkını savunan biri olmadım, ben hep öyleydim” Neden hep öyle olduğu biraz da aile ortamı ile alakalı sanırım. Zira sosyal ve toplumsal gelişmelere yakından aşına ve duyarlı bir aile mensubu, Britanya’nın ilk kadın doktorunun kardeşi, Cambridge Üniversitesi Siyaset Bilimi profesörünün eşi ve kadınlar için uygun olmayan bilimsel konulardan kabul edilen matematik sınavında en yüksek skoru elde eden bir kadının annesi…Ayrıca kadınlara seçme ve seçilme hakkının bir an önce verilemesini isteyen ve savunan ünlü İngiliz feylozof liberal John Stuart Mill’in de öğrencisidir.
38 yaşında kocası ölünce varlıklı bir dul olarak yaşamayı tercih etmez, mülklerini satar ve kendini kadınlara söz konusu hakların verilmesi kampanyasına adar, bu uğurda şiddeti reddeder, protestolardaki aşırılıkları eleştirir, kadınların polis tarafından yerlerde sürüklenmesi ve aşağılanmasına şahitlik eder.
Londra sokaklarında dolaşırken onun 45 yıl yaşadığı evi de görebilirsiniz. Zira vefalı ‘British Heritage’ onu da unutmaz evinin girişinde adını ölümsüzleştirir. Adına kurulan yardım derneği ise günümüzde hala kadın hakları için çalışmaya devam etmektedir.
Kendisine ‘dame’ asalet ünvanı verilir, heykeli ise Londra’nın en işlek ve erkek egemen meydanı olan Parlemento Meydanı’na Winston Churchill, Abraham Lincoln, Lloyd George, Mahatma Gandhi gibi şahıslar ile yan yana konulalı sadece bir sene olmuştur. Elinde tutuğu bayrağın üzerinde ise ‘Cesaret seni çağırıyor’ yazar. Eserin sahibi de bir kadın mimardır.
Ne cesur bir yürek ve cesaret! Bayan değil kadın, Işığı bol olsun…