Milli-Üniter yapıdan özerkliğe
Konuya üniter (merkezi) devlet yapımız ve ülke bütünlüğü açısından yaklaşınca, ciddi bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Burada öncelikle; bölücü terör tehdidi altında bulunan Diyarbakır, Van, Mardin, Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Kahramanmaraş ve Mersin gibi illerimizin durumu dikkat çekiyor.
Meseleyi egemenliğimiz, üniter ve milli devlet yapımız açısından doğru olarak tahlil edebilmek için, 2006 yılı başında yürürlüğe giren Kalkınma Ajansları ile birlikte ele almak gerekiyor.
Bu bakımdan Kalkınma Ajansları’nın yapısını hatırlamamız gerekmektedir:
Kamu kesimi, sivil kesim ve Sivil Toplum Kuruluşları’ndan oluşan Kalkınma Ajansları birer “Bölge” yönetimi niteliğindedir. Devletimizin kuruluş yapısı içinde belli bir yeri yoktur. Ne merkezi idareye bağlıdır, ne de taşra birimidir. Denetlenemez ve devletin hiyerarşik yapısı dışında kalan bir kuruluştur.
Genel bütçeden her yıl ayrılan pay ve bölgeden sağlanan kaynakların yanında; Avrupa Birliği ve diğer uluslararası fonlardan, ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlardan yapılan bağış ve yardımları kabul eder, kredi alarak borçlanabilir. Uygun gördüğü yerlere harcar. Uluslararası kuruluşlarla doğrudan ilişkiye geçebilir, bu çevrelerden Ajansa yapılan müracaatlar, başka bir işleme gerek görülmeden devlete yapılmış sayılır.
Ajansın en yetkili organı olan “Kalkınma Kurulu” nun Bölgesel Yasama Organı gibi; “Yönetim Kurulu” nun Bölgesel Hükümet gibi çalıştığını söyleyebiliriz. Bu kurullar kararlarını “ekseriyetle”, yarıdan bir fazla oyla alıyor. Bir oyu olan valilerin veto yetkisi yoktur.
Kalkınma Ajanslarıyla ülkemiz, merkezden ayrı 26 “Özerk Bölge Yönetimi” ne bölünüyor.
Bu 26 özerk bölgeye, 27 büyükşehir belediye yapılanmasını da ilave etmeliyiz. Büyükşehir Belediye Başkanı’nın ilin tamamını temsil ettiğini, otoritenin kaynağının artık şehir merkezindeki seçmenin değil, il seçmeninin olduğunu, merkezi idareyle bağının iyice zayıfladığını, bütçesinin güçlendirildiğini, idarî, malî özerkliğe sahip, bakanlıkların ildeki yatırım ve hizmetlerini de yüklenebileceğini düşündüğümüzde, parçalı bir temsiliyetin doğduğunu görüyoruz.
Bugün, bölücü terör sebebiyle birer kamu kurumu olan belediyelerin kontrol edilemediği, özellikle bölücü belediyelerin terörün karargahı haline geldiği, bölgede can ve mal güvenliğinin sağlanamadığı, şehitlerin verildiği, bombaların patladığı, bölünme tehlikesinin her gün biraz daha arttığı bir ortamda, üniter ve milli yapayı çözücü düzenlemelerin yapılması anlamlı değil mi?
Meseleyi daha da somutlaştıralım: Yeni düzenlemeyle; Ortadoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli, Bitlis, Hakkâri, Muş, Van) ile Güneydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı’na (Adıyaman, Gaziantep, Kilis, Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Mardin, Şırnak, Siirt), adeta tek adamın yönetimine teslim edilmiş olan, Diyarbakır, Van, Mardin, Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Mersin ve Kahramanmaraş. Büyükşehirleri dahil edelim. Mazallah ülkemizi kendi elimizle dağıtmış olmayacak mıyız?
Osmanlı’da bu idare sistemine “Adem-i Merkeziyet” (yerinden yönetim) deniliyordu. Devletin çöküş döneminde Prens Sabahattin’in dayattığı, İngiliz projesi Adem-i Merkeziyet idaresini, Gök Sultan Abdülhamit Han kabul etmedi. Yine bu dönemde devleti parçalamak isteyen Bulgar, Rum, Sırp, Makedon, Karadağ gibi etnisitelere grup kimliği verilmesi ve devlete ortak edilmesi için Düvel-i Muazzama (büyük devletler-İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusya ve İtalya) çok bastırdı. Ama yine kabul ettiremedi.
Şimdi, 100 yıl sonra, aynı projeler bir bir kabul ettiriliyor. O zaman devlet çökerken kabul ettirilememiş, şimdi 80 milyon nüfusu ve sanayisiyle bölgenin en güçlü devleti iken kabul ettiriliyor.
Ne hazin çelişki değil mi?
Sonuç: TBMM göreve diyoruz. Türk Milleti vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini, devletin egemenliğini size emanet etti. Bu kutsal görevin en büyüğü de, AKP’li milletvekillerine düşüyor. Buyurun cepheye... Buyurun tarih yazmaya.