Yargı ve medya dünyasında bu ağır ithamın yankısı büyük oldu. Tartışma hararetli bir şekilde sürerken internet sitelerine CHP'li Emine Ülker Tarhan'a ait olan ve kendisinin de kabul ettiği bir ses kaydı düştü. Aman Allah'ım! Gerçekten de yargıda ne 'militanlar' varmış da kimsenin haberi yokmuş!
Duymayanlar için kısa bir özet: Eski YARSAV Başkanı Tarhan ile aynı kuruluşun yönetim kurulu üyesi Remzi Özdemir ve şimdiki başkanı Murat Arslan bir araya gelmiş. Emine Hanım "YARSAV'ın militanı olacak adam lazım bize." demiş. Konu ne ki sabık Başkan 'militan' arıyor? Meğer Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) için üye seçiliyormuş. O yüzden eskinin dernek başkanı, şimdiki CHP milletvekili Hanımefendi'ye 'militan' gerekiyormuş.
Emine Hanım (daha önce sıkça rastladığımız örneklerin aksine) ses kaydını inkâr etmedi. Keşke, "Böyle bir konuşma yapmadım." deseydi! Söylediklerinin arkasında durduğunu ilan etti. Bir de sözlerine getirdiği tevil var. Güya "YARSAV'ın militanı olmak demek, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesinin militanı olmak" anlamına gelirmiş. Oysa Şemdinli savcısını meslekten atmaktan tutun onlarca hukuk dışı kararda bu derneğin (dernek olduğu bile şüpheli diyen hukukçular var) payı olduğu iddia ediliyor. Emine Hanım'ın açıklaması, konunun detayını bilmeyenler için hiç de fena bir manevra sayılmaz. Ne var ki militan tartışması usturuplu bir laf ebeliği ile savuşturulamayacak kadar derinlik kazandı birden. Nasıl mı?
Meğer HSYK seçimleri öncesinde Emine Hanım ve eşi Mehmet Umur Tarhan bir grup dernek arkadaşıyla kilit noktalara adam yerleştirmek için olağanüstü bir gayret sarf etmiş. O gayretler de internet sitelerine düşüverdi. Oradaki vahim konuşmalara göre Umur Bey "Ülkede eli taşın hiç altına girmemiş bir sürü adam var. Bu adamların tasfiye edilmesi lazım. Bu sistemden, bunu net olarak söylüyorum." diyor. Umur Tarhan'ın coşkun sözleri karşısında Orhan Sungur (dönemin Adalet Bakanlığı Adli Sicil Genel Müdürü), "... yok edici bir ekiple çalışacaksınız." diyor. Ve şöyle devam ediyor: "Ondan sonra kadronuzu kurarsınız. Elinizde, Ceza İşleri sizde, Personel sizde, Teftiş sizde. O zaman üye olmaya gelenler (Yargıtay ve Danıştay üyesi olmak isteyenler) üye olabiliyor mu? Sorarsınız yani."
Vaziyet bu!
İnternete düşen ses kaydını inkâr etmeyenler, bu kaydı yapanlar hakkında şikâyetçi olacaklarını söylüyor. İyi de yapıyor. Şikâyetçi olsunlar. Her kim bu şahısların ta kalbine kadar yanaşmış ve seslerini kaydetmişse bulunsun, cezasını çeksin. Bu tür dinlemeleri tasvip etmemek başka, o konuşmalardaki vahim sözlerin arkasında durulmasına tepki göstermek başka bir mevzu.
Demek ki HSYK'nın yapısının değişmemesi için çırpınan insanların bir bildiği varmış. Hatırlanacağı üzere 12 Eylül referandumunda 'Hayır' sonucu çıkması için canla başla çalışanlar olmuştu. Hatta o zamanki CHP yönetimi yargıdaki reform paketini geri çektiği takdirde AK Parti'ye destek vereceğini, referandumda 'Evet' diyeceklerini açıklamıştı. HSYK üyelerinin kürsü hâkimleri tarafından (yani yargının asıl tabanı tarafından) seçilmesine şiddetle karşı çıkanların o günkü canhıraş kavgalarına bir anlam verilemiyordu. Referanduma kadar küçük ve ideolojik bir zümre tuhaf bir seçim sistemiyle HSYK'yı belirliyor, o üyeler de Yargıtay üyelerini seçiyordu. Üstelik aynı dar kalıplar ve ideolojik kayırma şüpheleri eşliğinde yapılıyordu bütün bu işlemler...
Şimdiki yargı mensuplarına 'militan' diyenler, anlaşılan o ki, kendi militanlarını arıyor. Bugünkü yargı için "AKP'nin arka bahçesi" diyenler, bir zamanlar "CHP'nin arka bahçesi" olarak tepe tepe kullandıkları bir yargıyı özlüyor. Meselenin aslı şudur: Yargı militan da olmamalı arka bahçe de. Sadece adalet dağıtmalı. Vaktiyle yargıyı militanlaştıranlar hatta 'militan demokrasi' deyip halk iradesini vesayet paletleri altında ezenler adalet kavramını altüst etti. O karmaşanın düzeltilmesi için yeni bir sürece ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğü tesis edilirken herkese görevler düşüyor; vaktiyle 'militan'lık yapanlar hariç...
Bu nasıl Baro?
Aslında baro bir meslek örgütü. Ancak ne hikmetse İstanbul'daki başta olmak üzere bazı barolar siyasî gündemden ve ideolojik tartışmalardan yakasını bir türlü kurtaramıyor. Çünkü meslektaşlarının haklarını savunacaklarına gereksiz kavgaların içine balıklama atlıyorlar. Taksim'de yaptıkları yürüyüş ve o esnada Genç Siviller'in "Darbeci Baro Taksim'e hoş geldin" yazılı pankartı hâlâ hafızalarda yaşıyor. Neden bu tür polemiklerin içinde tarumar oluyor İstanbul Barosu?
Baro, avukatların staj eğitimi sırasında giyecekleri kıyafetle ilgili bir uyarı yazısı asmış. Hangi çağda yaşadıklarını unutmuş olacaklar ki "Başörtülüler giremez" yönünde bir ilan asmışlar Baro binasına. Bunun hiçbir yasal dayanağı olmadığını hukukçular gümbür gümbür ifade ediyor. Eski Baro başkanı da aynen bu görüşte. Baro yönetimi ise tepkileri dikkate almıyor, "Kararlıyız, sürdüreceğiz." gibi laflar sarf ediyor.
İstanbul Barosu'nun bir an önce ideolojik tutumunu terk etmesi, 'militan' davranışlardan uzaklaşması gerekiyor. Kampanya sırasında başörtüsü ile ilgili açılım yapan yeni Baro başkanı da sessizliğe bürünmek yerine tavrını demokrasiden yana koymak zorunda. Kamuoyunda oluşan 'militan' algısı hem Baro'ya zarar veriyor hem hukuka...
PANORAMA
Hafta içinde reyting kuruluşlarıyla ilgili önemli bir soruşturma başlatıldı. Somut ve haklı sebeplerden bahsediliyor. Deneklere dair bilgilerin sızdırıldığı, bazı şirketlerin bu sızmalar sayesinde menfaat karşılığı reytingler üzerinde oynadığı iddia ediliyor. Reklam pastası üzerinde bu kadar pervasız işler yapılmışsa bunun hesabının mutlaka verilmesi gerekiyor.
Son günlerde çok sık karşı karşıya kaldığım bir gerçeği buraya kaydetmek istiyorum. Bu ülkenin dört başı mamur İngilizce gazeteye olan ihtiyacı, ekmek kadar, su kadar elzem. Bu boşluğu doldurma konusunda Today's Zaman'ı tebrik ediyorum. Dili, üslubu, haber tarzı ve disiplini sayesinde dünya literatürüne girdi. Türkiye'nin en önemli referans kaynağı haline geldi. Keşke bu başarı yurtiçinde de yeterince anlaşılabilseydi...
Genelkurmay Başkanlığı "Mehmetçik'e at ve domuz eti" haberimiz ile ilgili Zaman'a özel bir açıklama yaptı. Biz de o açıklamayı manşet yaparak kamuoyu ile paylaştık. Fena mı oldu? Genelkurmay'a yakışır tutum bu olsa gerek. 28 Şubat'ın en anlamsız ve akıl dışı uygulamalarından biri olan akreditasyon uygulaması TSK'ya çok şey kaybettirdi, hiçbir şey kazandırmadı. Bu gerçeğin anlaşılması önemliydi. Tebrikler...
Haftanın en parlak hadisesine Enerji Bakanı Taner Yıldız imza attı. Kendisini protesto etmek isteyen bir gence korumalar müdahale etmişti. Bakan Bey harika bir iş yaptı ve o genci yanına oturtarak konuşmasını sağladı. Hem mesele suhuletle çözülmüş oldu hem de o genç bambaşka bir yere savrulmamış oldu. Salon Bakan Bey'i alkışlamış. Allah var; hak etmiş.
Onca yoğun gündem arasında küçük bir haber kaybolup gitti. Beşiktaş Fiyapı İnönü Stadı'nın yeniden yapılmasına bilmem ne kurumu yine müsaade etmemiş. 30 bini aşkın insanın maç seyrettiği o stadyumun, Allah göstermesin; bir depreme dayanamayacağını uzmanlar söylüyor. İnönü'de bir felaket yaşanırsa bütün gözler daha önce yaptığı açıklamalar sebebiyle Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'da olacak. Büyük bir sorumluluk...