Meselenin bamteli

Dediklerini yazmadığım her günü kâbusa çeviren dostum hafta sonumu da zehir etti, birkaç sabah erkenden arayarak... Dediği şu: Olayın en can alıcı yönünü kaçırıyormuşum ve okurlarımın bunu bilme hakkı varmış... ‘Okurların hakkı’ dediği kendisinin bana anlattıklarını yazmam...

 

İlk sabah, Ertuğrul Özkök’ün 28 Şubat’ların birinde yazdığı ‘İmzam hâlâ aynı yerde’ yazısını nasıl olur da hatırlamazsın?” başa kakmasıyla uyandım. “Önce onu bul, yeniden oku da öyle konuşalım” dedi.

 

Buldum. Olayın 10. yıldönümü olan 28 Şubat 2007 tarihinde yazmış o yazıyı. Sürece muhalif basının yıldönümü vesilesiyle yaptığı yayınlar ve ‘işbirlikçi’ konumundakilerin ‘itirafçı’ tavrı canını sıkmış; yazısının bir yerinde “Galiba 28 Şubat’ı destekleyen tek ben kaldım” diye serzenişte bulunuyor.

 

Hani arada ‘medyanın 28 Şubat günah galerisi’ için konu başlıkları ve manşetler aranır ya, Hürriyet yazarı, kendisinin yayın yönetmeni olduğu dönemde bizzat attığı manşetleri sıralamış o vesileyle; “Gerekirse silâh da kullanırız” da dahil olmak üzere... Dönemi özetleyen, “Yüzde 25 oyla ülkenin rejimini değiştirmeye yönelik adımlar” diye söz ettiği diğerlerini de...

 

Şu hüküm cümlelerini de okuyalım: Belki onuncu kez yazıyorum. / 28 Şubat sürecinde yazdığım her yazının altındaki imzam aynen duruyor. / 28 Şubat, Türkiye demokrasisinin gerçek bir balans ayarıdır.”

 

Anladım tabii... 28 Şubat sürecinin yargısal sorgusunun başladığı bir dönemde vaktiyle yapılmış meydan okumalar yapanın bir yerlerini bugün tırmalıyor olabilir. Özellikle de bazı manşetlerin kasıtlı olarak atıldığı, siyasette yaşanan panik havasının belli bir amaç için medya tarafından oluşturulduğu, olayın arkasında büyük patronların çıkar bağlantılarının olduğu ileri sürülüyorsa...

 

Telefonun öbür ucundaki dostum, “Ha şunu bileydin” dedi.

 

“Olayın arkasında büyük patronların çıkar bağlantılarının olduğuna işaret etmen yerinde, meselenin bamteli de burası: Hükümetin öndegelenlerinin 28 Şubat sürecine koydukları teşhis de o yönde. Yoksa durduk yerde, sürecin 15. yıldönümünde, TÜSİAD’ı hedef tahtası yapar mıydı Başbakan Tayyip Erdoğan? Hadi, o eğitimde ‘4+4+4’ düzenlemesine karşı çıktığı için çatıyor olsun; partinin stratejisti Ömer Çelik’in zehir zemberek açıklamalarına ne diyeceğiz? Hükümet 28 Şubat’ta büyük patronların parmağını keşfetmiş, sen ne dersen de...”

 

Nefes alınamaz hale gelinen sürecin en koyu günlerinde, ortalığı toz duman edenler, benim ‘Mahşerin Beş Atlısı’ diye andığım işçi ve işveren sendikaları yöneticileriydi; hemen her gün kameralar karşısına geçiyor ve ‘sisler bulvarı’ diye anılan ortamı daha da sisli hale getiriyorlardı.

 

“İşveren kuruluşları da vardı aralarında, ama TÜSİAD yoktu” diyecek oldum; dostum, “Sen öyle bilmeye devam et” dedi alay edercesine... Dostuma göre, TÜSİAD’ın o sıralardaki başkanı Genelkurmay’ı ikinci adresi haline getirmiş, hatta bir keresinde orada azarlanmıştı da. “TÜSİAD başkanları sureta başkandır” dedi ve şunu ekledi dostum: “TÜSİAD dendiğinde anlaman gereken o adı taşıyan dernek veya başkanı değil, Yüksek İstişare Konseyi (YİK) ve onun başkanıdır...”

 

28 Şubat’ta Rahmi Koç imiş YİK başkanı; sonra Mustafa Koç olmuş, şimdilerde de Erkut Yücaoğlu... “Büyük sermayedarlar akıllıdır, bu noktaya gelineceğini öngörmüş olmalılar” dedi dostum, Ertuğrul Özkök’ün ülkemizin önemli işadamlarının Pensilvanya yolunu aşındırdıklarına dair yakınlarda yazdığı yazıyı hatırlatarak...

 

“Sor bakalım” dedi dostum, “O dönemde Rahmi Bey ve arkadaşları Aslanlı Kapı’dan kaç kez geçmişler...”

 

Refahyol Hükümeti askerler tarafından istifaya zorlanınca başbakanlık Mesut Yılmaz’a devredilmişti. “İlk ziyaretini kime yapmıştı Mesut Bey; hani ardından ‘başbakanı evinde pijamayla kabul etti’ yayınlarına sebep olan ziyareti?” sorusu da şaşırttı beni.

 

“Yaz” dedi, dediklerini yazdım işte.

STAR