Çıkamıyor. Hakkında ne kadar tersi söylense de başbakan Erdoğan, tüm hayatını çevrelemiş olan o dar alandan uzaklaşamıyor. Dolayısıyla söylemleri tek düze kalmaya mahkum. Her durumda başvurduğu bir iki sözcüğü var, onunla götürüyor işi.
Wall Street Journal gazetesinde yer alan bir iddiaya olan tepkisini, gazeteyi “namert” sözcüğüyle suçlayarak gösterdiğinde, elimde değil, güldüm gerçekten. Bir kaç ay önce çok kızdığı gazeteci Nuray Mert’e de namert dediği geldi aklıma. Her coğrafyada bir namert bulmada üstüne yok Erdoğan’ın.
Toplumun namertleri sevmediğini sanmasından kaynaklanıyor bu tutumu belki de. Birisini namert diye suçladığında, toplumun da, herhangi bir namertliğini görmemiş de olsa, o kişiyi dışlayacağını düşündüğü için bu kelimeye sık sık başvuruyor. Oysa herkesin kendi “mert”i var. Başbakanın namert dedikleri, başkalarının Mert’idir pek tabii ki. Dolayısıyla, işe yaramaz bir söylem bu.
İçeride idare ediyoruz durumu, ama, başbakan, mahalle değerlerine ait söylemleri uluslararası ilişkilere de taşıyınca şık olmuyor. Aç gözlülüğü, dünya hırsını frenlemeye yönelik, dünyanın gelip geçiciliğini vurgulama amaçlı olan “bunun ahireti de var” vecizesi örneğin, malı götüren yandaş medya mensubu ya da yandaş müteahhit için, eh, söylenebilir ama Mısır eski cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek için söylendiğinde oturmuyor pek yerine. Mısır ayaklanmaları başladığında, tüm dünya kızgın halkı işaret ederek, Mübarek’e artık başkanlığı bırakması gerektiğini söylerken, Erdoğan, “Mübarek’e söylüyorum. Bunun ahireti de var” deyivermişti, hatırlarım. Mübarek’in koltuğunu bırakıp gitmesini gerektiren faktörler arasında halkı göremeyen tek dünya lideri(!) Türkiye başbakanıydı yani.
Bunu hatırlatmasında bir kötülük yok tabii. Ama Erdoğan, bunları sadece kendisinin bildiğini sanan bir ermiş edasıyla konuşuyor. Mesele bu. Bir Mısır ziyaretinde, allahtan, Mısırlılara, (hala inanamıyorum nasıl söyleyebildiğine) “Laiklikten korkmayın. Laiklik din karşıtlığı değildir. Ben Mısır'ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum” dedi de, Mısırlılar Erdoğan’ı, başkanlarına ahireti hatırlatma yetkisine sahip bir evliya sanma yanılgısına düşmediler.
Amerikan gazetesi Wall Street Journal, geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberde, düşürülen Türk uçağının Suriye hava sahasındayken vurulduğunu belirtmiş, iddiasını da “Amerikalı yetkililer”e dayandırmıştı. Başbakanı kızdıran bu. Gazeteye, “Kaynağını açıklamazsan namertsin” demesi de bu yüzden.
Ben olsam gazeteye kızacağıma, yüzüme başka, medyaya başka açıklamalar yapan ABD’li yetkililere bozuk atardım doğrusu. Oysa başbakan sanki ABD’li yetkililere “iftira” atılmasına kızmış gibi. Haberde kendilerine atıfta bulunulan o ABD’li yetkililerin ise gazeteye kızdığı falan da yok. Erdoğan’ın tutumu bir tuhaf yani. Daha önce de aynı gazeteyi Uludere katliamıyla ilgili yaptığı bir haber nedeniyle hedef almış, “bu gazete Obama’ya komplo kuranlara hizmet ediyor” gibi bir açıklama da yapmıştı. Müttefik olmaktan bunu mu anlıyor, bilmek isterdim gerçekten.
Ben birine kızmışsam ona hakaret etmek için “namert” demem. “Dürüst” sözcüğü üzerinden bir hakaret türetmek daha iyi, bana sorarsanız.. “Mert” kökenli sözcükler erkekçi tavırlara vurgu yapan cinsiyetçi kelimeler çünkü. “Delikanlı” tavırların da eşlikçisi sanki.
Mert’lik herkesçe aynı biçimde algılanmaz kaldı ki. Çünkü “merdane” sayılan bir tavır, başkalarınca gayet “berdüşane” kabul edilebilir. “Dürüstlük”, sade bir sözcük ayrıca. Omuzlarda değil, kalpte taşındığı için, sorumluluğu ağırsa da, yükü ağır sayılmaz. Cesur olmayan biri de dürüst olabilir, ama, ben, kas gücünü de gerektirirmiş gibi gelen mert sözcüğünün herkese gösterilmesi gereken tavırlarla ancak anlam kazanabileceğini düşünüyorum. Dürüst olmak ise, sessiz sedasız da gerçekleştirilebilir. Töre yüzünden birilerini öldürmek etrafa da gösterilmesi gereken bir ritüeldir, “mertlik” bile sayılabilir bir anlamda, ama asla dürüstlük değildir.
Başbakan benim gibi bakmıyor meseleye. O mert, namert gibi sözcükleri kullanmayı pek seviyor. Çünkü onun her namert deyişi, kendi mertliğinin ifadesidir. Herkese namert diyen bir insan, kendisinden başka kimseyi mert olarak görmüyordur. Durum ortada.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’dan randevu alıp, sonra kendisinden korkulduğu için o randevuya gitmeyen gazetecilerin tavrını nasıl değerlendiriyor acaba başbakan? Geleceğiz diye söz verip caymak, başbakanın ölçülerine göre mert olmayan bir tutum değil midir? Şimdi Esad, “beni Türkiye halkıyla buluşturmayan o gazeteciler namerttir” dese, haksız sayılır mı?
Çizgisini beğendiğim bir gazete değildir WSJ belirteyim, ama kendi ülkesinin dışişleri yetkililerinin iki yüzlülüklerini ortaya çıkarırken, Obama’dan falan korkmamış işte, ne yalan söyleyeyim.Yani yayıncılığı pek bir “mertçe” yapmış.
Başbakan, “gavurun kültürel ortamında” bir şey ifade etmeyen Kasımpaşa kökenli söylemleri boşuna dile getirmemeli. Yemezler.
Türkiye’de medya ahlakını yerlerde süründürenlere yöneltse şu namert suçlamasını hedefi daha iyi tutturmuş olur inanın.
Yalanım varsa namerdim.