Önceki akşam haberlerde, 2 yaşındaki bir çocuğun hastane hastane dolaştırılarak verdiği hayat mücadelesini üzülerek izledim. Sanırım Bitlisli fakir bir ailenin çocuğuydu. Aniden gelen yüksek ateş ve kusma neticesinde, ailesi çocuğu apar topar hastaneye götürür. Bulundukları bölgedeki hastane, yer olmadığı gerekçesiyle çocuğu içeri almamış ve çaresiz, başka bir hastaneye doğru yola koyulmuş çocuk ve ailesi.
Hastanelerden birisi sonunda çocuğu içeri alır, muayene eder ve çocuğun röntgeni çekilir. Doktor, çocuğa menenjit teşhisi koyar fakat durumunun çok ciddi olduğunu anladığından, çocuğu daha donanımlı bir hastaneye sevk eder.
Bu defa ambülânsla yola çıkar küçük çocuğun hasta bedeni. O hastaneden bu hastaneye derken, hem yer olmadığını, hem de hastalığın bulaşıcı olduğunu bahane eden sağlık görevlileri yüzünden, çocuk hiçbir hastaneye giriş yapamadan, bir hastanenin önünde, ambülânsın içinde yaşam mücadelesine artık daha fazla dayanamayarak hayata veda eder.
Acılı baba, oğlunun cenazesinde konuşurken, “oğlumu hastanede kaybetseydim belki de bu kadar çok acı çekmezdim” diyebilmişti. Çok acı. Gerçekten de bu devirde, gelişmiş(!) bir Türkiye’de, hala bu türden ölümlerin yaşanıyor olması çok ama çok acı.
Haberi izlerken üzüldüğüm bir yana, aklıma “aynı durumda kalsalar, devlet büyüklerimizin vs. başına böyle bir olayın gelmesi mümkün müdür?” sorusu geldi. Aslında akla bile getirilmesi hata olan bir soru bu. Kabul ediyorum.
Cevabı da gayet net. Tabii ki gelmez. Gelemez.
Trafik polisine bile, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye diklenerek, ceza almaktan paçayı kurtaran milletvekili yeğenlerinin olduğu bir ülke Türkiye.
Eşitlik, demokrasi ve adalet var nede olsa.
O minik yavru da bu yüzden öldü zaten.
Menenjitten değil.