Meğer…
Şehitlerin buruk hikayelerini, yaralıların kahramanlık öykülerini, o geceye katkı sunan herkesin kişisel tanıklıklarını daha çok dinleyeceğiz hayranlık karışımı bir merakla… Sokaklara, caddelere isimler verilecek, fotoğraflar afişlerle göklerde dalgalanacak, hatıralar kalplerimizde hep duracak…
Elbette bu süreçte farkına vardığımız şeyler de oldu. Sözgelimi püskürtülen darbeyle öğrendik ki; toplumun geçmiş dönemlerde darbelere ama şu ama bu sebeple gösteremediği tepki; aynı toplumun darbelere tepkisiz olduğu, “koyun” olduğu anlamına gelmiyormuş. 60 darbesini belki afallayarak kalakaldığı için, 80'i başka çare bulunamadığı için gözyaşını içine akıtarak karşılamış bu toplum; meğer kendisine “makarnacı”, “kömürcü”, “çomar” diyenlerin görüp görebileceği en efsane golü atabilir, en kahraman destanı yazabilir; en inatçı olanından direnebilirmiş…
Gördük ki; 7 Şubat'a 17-25 Aralık'a rağmen, kafalarda ne hikmetse -galiba sünepe görüntüleri nedeniyle- şiddete bulaşacakları yönünde hala şüpheler bulunan FETÖ'cüler; Türkiye'nin gelmiş geçmiş en cani katillerine dönüşebilirmiş. Meğer halim selim görünümlü tipler, sokağa çıkmış halkı sniper'larla tek tek indirme, helikopterden sivillere ateş açma; tanklarla yere yatmış insanların üstünden geçme emri verebilecek denli vahşileşebilirlermiş. Zaman zaman “bu ödlekler hep tehlike olsa ne yazar” diye düşündüğümüz –itiraf edelim- Gülenistler, gerçek, kanlı canlı birer devlet, vatan düşmanı; vicdansız katiller haline gelebilirmiş. Adamlar meğer acımasız birer zorbaymış.
Meğer, New York Times, Washington Post, The Economist ve benzeri Batı'nın mastermind medyası ve elbette o medyayı elde tutan unsurlar –ki ilk dakikalardaki yavaş ve çelişkili açıklamalardan da anlaşılacağı üzere siyaset de bu unsurlara dahil-, Türkiye'de darbenin başarılı olmamasına görüntü vermek için bile olsa demokrat rolü yapamayacak kadar bozulabilirmiş.
Zira, darbecilere değil de; darbeyi püskürtenlere ve ülkenin seçilmişlerine yönelen Batılı öfkeye baktığımızda gördüğümüz şuydu: Meğer Batılı karar vericiler Türkiye'yi hala; Mısır, Suriye, Libya gibi kolay manipüle edilebilir; istendiği an askeri darbe yapılabilir tekinsiz bir azgelişmiş Ortadoğu ülkesi olarak görürmüş. Meğer bütün Batılı değerler bildiğin palavraymış. Bunları hep sezerdik; içimizden bilirdik; ama şahitliğimiz Fethullahçı darbenin püskürtülmesine nasipmiş.
Türkiye'de darbe isteyen küçük de olsa bir azınlık bulunduğu sır değil. Ama meğer darbelerden o kadar yılmışız ki; darbeyi açıktan savunmak her kesim için –nihayet- artık ayıp hale gelmiş. Bırakın darbe savunucularının Tahrir'de, karşıtlarının Rabia'da toplandığı Mısır gibi olmayı; darbe destekçileri 240'a yakın darbe şehidin de neden olduğu utanma duygusuyla en azından susmayı akıl edebilirmiş. Güzel haber şu ki; meğer en azından Türkiye'de darbenin “desteklense bile açıktan savunulamaz” olduğu yönünde az ya da çok bir konsensüs oluşmuş.
Ve evet, meğer, tüm alt sektörleriyle medya, darbeye karşı birlikte fotoğraf verebilirmiş. Hele de AK Parti döneminde hemen her kritik gelişmede kabak gibi ayrılan, hatta Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın şehit edilmesinin ardından yaptığı yayınlarla bu ayrılığı pik noktasına getiren, Berkin'e İhanet manşeti aylarca eleştirilen Hürriyet'in de bağlı bulunduğu Doğan Grubu'yla birlikte ortak bir tavır geliştirilebilirmiş. Meğer, darbecilerin basıp yayınını kestiği CNN Türk'ü, vaktiyle ikisi de çok aşağılanan “polis” ve sokaklara dökülen “makarnacılar” ikilisi birlikte kurtaracakmış. Allah'ın işi işte…
Meclis bombalandığı sırada sığınağa inmeyi teklif eden vekillere “hayır, burada kalmamız, gerekirse burada ölmemiz gerekir” diyerek TBMM'nin can pahasına bırakılmaması gerektiği dersini veren Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, meğer ne kahraman bir adammış. Hilm sahibi biri gibi gözükmesine rağmen, meğer ne koca yürekli biriymiş.
Sokağa çıkanlar sadece AK Parti seçmenleri ya da Erdoğan destekçileri değildi elbette; ondan MHP'lisinden CHP'lisine, açığından örtülüsüne daha fazlasıydı elbette. Ama kabul edelim ki; meğer Erdoğan'ın bir cümlesiyle sokaklara akacak bir yüzde 50'si sahiden de varmış.
Meğer eylem gerekirse, onu da “makarnacılar” diye anılan bu cesur yürek halk, tiyatro minvalinden değil, canı ve kanı pahasına yaparmış.
(Yeni Şafak'tan)