Medya Holdingler için alternatif yayın ilkeleri


- Hiçbir baskı ve çıkar grubunun etkisi altında kalmadan...
- Her türlü çıkar ve nüfuz ilişkisinin dışında tutarak...
- Kışkırtıcı olmayan...
- Kamu yararı gerektirmedikçe özel yaşamı konu etmeden...
- Ötekileştirmeden...
- Terör propagandası yapmadan...
- Güven, bağımsızlık, doğruluk, gerçeklik, tarafsızlık, çoğulculuk, hakkaniyet, toplum değerlerine uyum, kişilik hakları saygı, şeffalık, hesap verebilirlik, kurumsal saygınlık esaslı...
Vs... Vs...
 
***

Bu nasıl  “gün” den kopuk bir  “güncelleme”!
 
***
 
Bir tek kişi, kurum, grup değil  “yeni medya düzeni” ne dahil olanların tümü için aynı durum söz konusu:
Patronları  “At bu yazarları sileyim cezanı”, “Değiştir şu Genel Yayın Yönetmenini kap yine ihaleleri”, “Biat et keseyim bütün kurdelelerini” pazarlıklarının kıskacına alan bir  “medya düzeni” nde “çıkar ve nüfuz ilişkisi”ni temel almayacaksın ha!
Bir elinde padişah fermanı gibi  “Kovulacak yazarlar” listesi olacak diğer elinde  “Bağımsızlık bildirgesi”  öyle mi!
Başbakan medya patronları ve yöneticileri ile  “Genişletilmiş Yazı işleri Toplantısı”  yapacak, hangi haberin, hangi boyutlarda, hangi bakış açısıyla yansıtılacağının kararını o verecek, hepiniz 90 derecelik reverans pozisyonunda  “Elbette, nasıl buyurursanız”  derken  “baskı altında” olmayacaksınız!
Nasıl mastürbasyon yaptığını anlatan yazarlarınızla  “özel yaşamın dışında”  kalacaksınız!
Kimin elinin kimin cebinde olduğu belirsiz dizilerle, toplumu  tecavüzden enseste, ihanetten sapkınlığa her türlü yozluğa alıştıracak, her türlü rezilliği normalleştirecek ve “toplum değerlerine saygı”  göstermiş olacaksınız!
Kandil ulaklarını  “gazeteci” diye yutturacak,  “açılım mimarları”nın istihdamını sağlayacak, PKK’nın mesajlarını tefrika edecek, teröristleri  “barış gönüllüsü”  diye cilalayacak ve fakat  “terör propagandası” yapmayacaksınız!
İktidar ağzıyla yazanlara, konuşanlara kapınızı sonuna kadar açacaksınız ve o “ağız”dan “kışkırtıcı” bir tek kelam çıkmayacak!
Ekranda karşısındaki meslektaşına sırf kendinden farklı düşünüyor diye  “Sen Alevisin”  diye bas bas bağıran programcıları el üstünde tutup  “ötekileştirmeye”  yol vermeyeceksiniz!
Milli-manevi değerlerinden taviz vermeyen bir kişinin üzerine kırk liboş salıp  “tarafsız”  olacaksınız!
“Güven”i de, mahallenin başına “Başbakan sözcüsü” nden bekçi tayin ederek sağlayacaksınız zaar!
 
***
 
İlkeli olmak iyi hoş da, gerçekçi, uygulanabilir olmadıktan sonra ne fayda!  “Ütopya”  denir ancak bunlara! “Güncelleme”  geçerliliğini kaybetmiş olanı, içinde bulunulan anda yani bugün, bu vakit bir anlam ifade eder hale getirmek olduğuna göre, kargalar bile güler  “harikalar medyası” düşlerinin  “güncelleme” diye ilan edilmesine.
 
***
 
Çözüm mü? Olmaz mı!
Önce bir aynaya bakarken taktığınız o pembe gözlüklerinizi çıkarıp atın bakalım. Aslında nasıl bağımlı bir halde olduğunuzu, varlığınızı çoktan iktidarın iki dudağı arasına ipoteklediğinizi itiraf edin. Hıh, tamam... Artık bu hale uygun, gerçekçi bir   “yayın ilkeleri güncellemesi”  yapabiliriz:
1. Bir uçak yolculuğunda en az iki Bakanın arasında poz vermeyi başaramayan kişi ağzıyla kuş tutsa Genel Yayın Yönetmeni olamaz.
2. Bir yılda en üç dış gezi, üç de yurt gezisi için  “Cumhurbaşkanı/Başbakan uçağı” na davet almayan yazarın işine son verilir.
3. İktidarlılarla  “komşuluk hukuku”  bulunmayan Ankara Temsilciliği yapamaz.
4. İş görüşmelerine  “cildiyeci”den alınmış ayrıntılı bir raporla gelinmesi şarttır. (Derisi kalın olmayan, bulunduğu ortamın rengini alamayan hiç zahmet etmese de olur).
5. Yazarın  “devşirme”si makbuldür; bir kere dönen, her zaman döner,  “her devrin adamı”  olma potansiyeline sahip yetenekler candır!
6. Egemenlere yarayan her türlü haksızlık, hukuksuzluk itina ile yok sayılır; ucunda “menfaat”  varsa her türlü illegal ses ve görüntü kaydının kitlelere yayımı ivedilikle sağlanır!
7. Operasyon, manipülasyon, dezenformasyon, jurnal hiç fark etmez;  “görev”  kutsaldır, başarılması uğruna her yol mübahtır!
Dahası da var da; yeter;
Mesleğimden tiksindim bu kadarını bile yazana kadar!
 


İhsan Dağı  “İslamcılar”ın “demokrasi” ye bakışını anlatırken önemli bir itirafta bulunmuş:
“Artık ’ideolojik bir İslam devleti’kurmak gerekmiyor; devleti kendileri kontrol ettikten sonra devlet zaten ’İslamî’olacaktır! Dahası bunun doktrinini yazmak da gerekmez; ’kendi değerleri’ne uygun nesiller yetiştirmek üzere sosyal mühendislik yapacak devlet aygıtları ellerinde nasıl olsa.”
Türkiye’nin hâlâ  “bir günde”  veya  “10 yılda”  dönüştüğünü zannedenler bir kere daha ve dikkatle okusunlar yukarıdaki satırları. Ne dersiniz, sizce istedikleri gibi bir devlet dizayn etmek için mi yoksa uzun soluklu bir yolculukta gizli gizli, sinsi sinsi, hücre hücre devleti zaten ele geçirdikleri için mi iktidar oldular?

(Yeni Çağ gazetesinden alınmıştır)