Meclisteki kavga ve tarafsız yargı

MİLLİ Eğitim Komisyonu’nda dün yaşanan çirkin kavga bir anlık asabiyetin değil, çatışmacı siyasi kültürümüzün ve yıllardan beri yaşadığımız kutuplaşmanın bir sonucudur. Daha kötüsü, çirkin kavgadan ders almak yerine, herkesin kendisini mutlak haklı, “öteki”ni tek suçlu görmesidir.

Bu kaygı verici kutuplaşma yargıya bakışta da görülüyor. Belirli davalar ve tutuklamalar CHP çizgisindeki bir kesim tarafından siyasi bir “rövanş” eylemi olarak görülüyor. İktidar çizgisindeki bir kesim de bütün bu tutuklamaları alkışlamak, hatta yetersiz görmek gibi bir tavır içindedir. Öyle bir kutuplaşma sürecinden geçiyoruz ki, çatışmacı ve rövanşist tavırları eleştirmek ve itidale çağırmak bile husumet çekiyor. Nazlı Ilıcak’a yapılan haksız ve dayanaksız hücumlar bunun bir örneği.

Tarih şahittir; böyle dönemlerde toplumu etkileyen kanaat önderlerinin itidal ve yumuşamayı savunması, yargının da tarafsızlığı konusunda güven verici olması hayati derecede önemlidir.

Böyle devam edersek hiçbir sorunumuzu “müzakere” üslubuyla ele alamayız, “ortak akıl” gerektiren çözümleri üretemeyiz. Kesintili eğitim kavgaları, çok önemli olmakla beraber, yine de basit bir örnek! Anayasa konusunu konuşabiliyor muyuz?! Anayasa yapmanın gerektirdiği uzlaşmacı ruhun zerresini görüyor musunuz?

Bu kadar kavga ederek, bu kadar kutuplaşarak anayasa yapabilmiş bir ülke var mı, ben bilmiyorum.

Daha önemlisi, Kürt meselesidir. Seksen yıllık problem, on binlerce can kaybı, hatta Misak-ı Milli sorunu! Bundan önemli bir sorun olabilir mi?! Nasıl çözeceğiz?
Birinci Cihan Harbi’ne giden yolda Fransa’nın böyle iç kavgalarla enerji kaybettiğini ve onur kırıcı bir mağlubiyete uğradığını anlatan André Siegfried’in yazdıklarını hatırladıkça Türkiye’de terör patlarsa bu yazı nasıl geçiririz diye çok endişe ediyorum.

Öfkelerin sağduyuyu bastırdığı böyle ortamlarda “doğru”dan yana olmak ikinci derece önemlidir! Çünkü herkesin kendine göre bir “doğru”su vardır... Birinci derecede önemli olan üslubun yapıcı, davranışların sağduyulu olmasıdır. Onun için, kılıç sallayanlara diyorum ki, biraz sakinleşin...

Özellikle başta politikacılar ve yazarlar olmak üzere, kanaat önderleri itidal ve sağduyudan ayrılmamalıdır. Cumhurbaşkanı Gül’ün dediği gibi “rövanşizm daima kötüdür”.

Bugün HSYK’da uluslararası bir sempozyum başlıyor. Konusu tutuklama gibi “koruma tedbirleri” ve “ifade özgürlüğü”.

Sempozyumda “özel yetkili hakim ve savcılar” Türk ve Avrupalı hukukçuları dinleyecek.

Gazeteci Sedat Ergin de konuşacak. HSYK’nın geçen ekimdeki uluslararası sempozyumunda ben konuşmuştum. Bugün konuşacak olan Sedat Ergin’in Türkiye’de gazetecilerin tutuklanmasının ifade özgürlüğünün ihlali olduğunu anlatacaktır. Köşesinde yazıyor zaten. Avrupalı yargıçların özellikle tutuklama, gizli tanıklık, CMK 250. maddedeki özel yetkiler gibi ‘kritik’ konularda konuşmaları için davet edilmesi çok isabetli bir seçimdir. Suç varsa cezasız kalmamalı... Değil suçsuzlar, haklarındaki deliller zayıf olan kimseler bile suçlu muamelesi görmemeli, tutuklama cezaya dönüşmemeli... Yargıya güven, böyle konularda güvenilmesine bağlıdır. Yeni HSYK’nın böyle “meslek içi eğitim” çalışmalarıyla Türk yargıç ve savcılarını Avrupa hukukuyla tanıştırmasını kutluyorum. Raymond Aron’dan esinlenerek belirteyim; yargı tarafsızlık güveni vermezse, siyasi ve sosyal ihtilaflar hakemsiz kalır, müzmin kavgalara dönüşür.

(Hürriyet)