Madem çember daralıyor...

New York Times, hafta içinde bomba (!) bir habere imza attı. İlginç iddiaya göre Türkiye'nin Güneydoğu'sunda CIA ajanları yoğun bir faaliyet göstermekteydi. Neymiş o faaliyet? Suriyeli muhaliflere Amerikan ajanları silah taşıyormuş. Haberin nişan tahtasında kim var? Amerika mı, Türkiye mi, Suriye mi? Güneydoğu deyince insanın bin kere düşünmesi gerekiyor; zira burada kırk tilkinin kuyruğunu birbirine bağlayıp kırk tilkiden de kürk çıkarmak isteyen güç odaklarının varlığı malum. Her neyse...

Güneydoğu'yu yakından ilgilendiren bir diğer gelişme, Leyla Zana tarafından yapılan açıklamalar. Zana, ucunda PKK lideri Abdullah Öcalan'ın ev hapsi de olan bir dizi tekliflerde bulunuyor ve Başbakan Erdoğan'ın sorunu çözeceğine dair açıklamalar yapıyor. Bu arada Karayılan mülakatı yapılıyor ve Oslo görüşmeleri yeniden gündeme getiriliyor. İyimser konuşmalar, pozitif köşe yazıları, umut dolu değerlendirmeler süregiderken PKK karakol saldırısı yapıyor ve 8 askerimiz şehit ediliyor. Daha bunun nedeni anlaşılamadan, kim 'açılım' istiyor, kim 'açılımı sabote ediyor' soruları eşliğinde, Suriye keşif uçağımızı düşürüyor.

Keşif uçağını düşürmek öyle rastgele yapılacak bir iş değil. Belli ki Türkiye'ye (hatta Suriye'ye müdahalenin konuşulmasına binaen uluslararası güçlere) bir mesaj veriliyor. Mesajın muhatapları belli. Ya sahipleri? Kendi vatandaşını her gün katleden Suriye mi? Ona askerî destek vermekten çekinmeyen bazı ülkeler mi?

Suriye meselesinde yalnızlaştırıldığımız çok net. Batı, Suriye'de yaşanan katliama kulaklarını tıkamış çoktan. Amerika'nın yaklaşan seçimleri atlatmadan bir irade ortaya koyması muhal gibi. Arap âlemi kendi gölgesiyle kavgalı. En dinamik yapı, merkezinde koyu Şiilik taassubu taşıyan bir odağı işaretliyor. Suriye'deki vahşi düzenin bozulmasını ('daha kötü bir yönetim gelirse' senaryosu üzerinden) İsrail de istemiyor. Geriye kalıyor Türkiye. Türkiye, yanı başında yaşanan insanlık dışı uygulamaya tek başına müdahale etse bir dert; akrabalık ve komşuluk bağımız olan Suriye'deki vahşete suskun kalsa bir dert.

Üstelik Suriye, yıllardır sümenaltı ettiği PKK kartını da yeniden masaya koymuş durumda. Kuzey Irak ile Türkiye'nin yakınlaşmasına da denk gelen Türkiye karşıtı süreçten hem Suriye çok kazançlı görünüyor, hem PKK. Biri, Türkiye'yi zor durumda bırakacak kirli bir maşaya kavuşmanın sevincini yaşıyor; diğeri de daha önceki ağa babalarını da taciz etmeyecek yeni bir hami edinmenin coşkusu içinde. Merkezî Irak yönetimini temsil eden kişilerin İran'ın dümen suyuna mahpus ve mahkûm hale gelmesi de Suriye'nin Türkiye'ye karşı efelenmesini temin edecek bir başka faktör. Mezhepçi bir ahir zaman kâbusu peşinde koşuyor birileri. Bölgeden gölgesi hiç eksik olmayanların işine geliyor bu armageddon senaryoları...

Türkiye'nin dünyadaki ağırlığı arttıkça bir kısım çevrelerin bundan rahatsız olduğu aşikâr. Bu ülke siyasette, ticarette, demokratik sivil toplum örgütlenmelerinde derlenip toparlandıkça birilerinin keyfi kaçıyor. Türkiye'nin, daha düne kadar lokal bir güç olmasından bile rahatsız olanlar, uluslararası meselelerde de inisiyatif almaya çalışmasından fevkalade endişe duyuyor. Uluslararası lobicilik yapan güçlerin son yıllarda dozunu artırarak yaptığı AK Parti düşmanlığı da uluslararası basında gündemde tutulmaya çalışılan 'cemaat' aleyhtarlığı da tesadüfen gelişen hadiseler değil. Hatta hiçbir makul gerekçe ve sebebi yokken müesses nizamın kadim ceberutlarının, yargının elinden kurtarılmaya çalışılması da boşuna planlanmıyor. Eski düzende iş tuttukları kişilerin değişik urbalar giyerek sahnelediği kaotik oyunlara ihtiyaç duyuyorlar çünkü. Kadim senaryoların yeniden tezgâhlanması, Türkiye'nin kendisiyle meşgul olmaktan bîtab düşürülerek uluslararası platformda biçare kalması içindir.

Üst üste yaşanan hadiseleri tek tek ele almak bazen büyük fotoğraftan kopmamıza neden olabilir. Tecrübeyle sabittir ki müstakil görünen pek çok olay aslında birbiri ile irtibatlı; hatta birbirinin tamamlayıcısıdır. O yüzden soğukkanlı kalmak gerekiyor. Bir de güç dengelerini elinde tutan odakların bizi sürüklemek istediği noktayı görmek. Madem çember daraltılıyor, madem içerdeki dinamikleri birbirine kırdırarak dışarıdaki kuşatma derinleştirilmek isteniyor; ya karşı tarafın daha önce görmediği yeni bir yol bulmak gerekiyor ya da bu çemberi bir yerinden kırarak şaşırtıcı bir yol açmak. Onca acı tecrübeden sonra çok boyutlu entrikaları çözümlemek çok da zor olmasa gerek...

+1T Gazete Tasarım Günleri bu yıl 7. kez Zaman Gazetesi Merkez Binası'nda gerçekleşiyor. 19 Haziran'da başlayan seminer yarın yapılacak sertifika ve ödül töreniyle sona erecek. İlgi her sene artıyor. Mesela bu yıl 2 bin 200 başvuru arasından toplam 430 öğrenci seminere kabul edildi. Özellikle iletişim ve güzel sanatlar fakültesi öğrencilerinin kabul edildiği seminerde gazeteyi oluşturan bütün tasarım unsurları masaya yatırıldı.

İnternet tasarımı, tablet cihazlar için gazete uygulamaları ve akıllı telefonların sunduğu imkânlar, konuşulan yeni konular arasında yer aldı. Fotoğraf, infografik, illüstrasyon, tipografi, renk ve kompozisyon gibi gazeteciliğin önemli unsurları da eğitimi verilen dersler arasındaydı.

Tasarım Günleri'nin çok önemli bir özelliği var: Seminere dünyaca ünlü tasarımcı, fotoğrafçı ve sanatçılar eğitimci olarak katılıyor. Bu sene The Guardian gazetesi için tasarladığı web sitesi ve iPad çözümlemesiyle dikkatleri çeken Kreatif Direktör Mark Porter gazete tasarımını genel olarak açıkladı ve iPad gibi tablet ürünler için geliştirdikleri uygulamaları dinleyicilerle paylaştı. İllüstrasyonlarıyla Time, Newsweek, New Yorker, Rolling Stone, New York Times gibi dünyaca ünlü yayınların kapaklarını ve sayfalarını resimleyen Kanadalı sanatçı Anita Kunz, Türkiye'de ilk kez öğrencilere eğitim verdi. Dünya genelinde gelişimini tamamlayıp belli bir noktaya gelen ancak Türkiye'de hak ettiği önemi kazanamayan infografik konusunu anlatmak için bu alanın en önde gelen isimlerinden USA Today gazetesi eski grafik editörü Jeff Goertzen, konuyu hem teorik ders anlatımıyla açıkladı hem de atölye çalışmasıyla pratiğe döktü. Fotoğraf dünyasının ustaları Eric Bouvet, Gael Turine ve Samuel Bollendorff haber fotoğrafçılığının yanı sıra multimedyaya dair detayları dinleyicilere aktardı.

Yurtdışından gazetecilerin yanı sıra Türkiye'nin önde gelen sektör temsilcileri de bilgi ve birikimlerini gazete tasarımına ilgi duyan gençlerle paylaştı. Radikal Gazetesi Yayın Yönetmeni Eyüp Can, gazeteci ve televizyoncu Cüneyt Özdemir, karikatürist Salih Memecan, grafik tasarımcı Bülent Erkmen, MSGSÜ Grafik Bölüm Başkanı Prof. Ayşegül İzer, Zaman Gazetesi Görsel Yönetmeni Fevzi Yazıcı, yazar M.Nedim Hazar, Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi Savaş Çevik, Zaman Gazetesi Tasarım Koordinatörü Selim Şimşiroğlu, Hürriyet Gazetesi Görsel Danışmanı Reha Erdoğan, Sabah Gazetesi Görsel Yönetmeni Ömer Bahar, Radikal Gazetesi Görsel Yönetmeni Sertaç Bala, Zaman Gazetesi Fotoğraf Editörü Selahattin Sevi, Medya ve Yayıncılık Uzmanı Barış Özcan, seminerde eğitim veren isimler arasında yer aldı.

8 gün süren seminerde derslerin yanı sıra atölye çalışmaları, yarışmalar, söyleşiler, portfolyo değerlendirme ve belgeseller de yer alıyor. Bundan daha ötesi var mı? Tasarım Günleri bir akademi gibi çalışıyor. Her sene yüzlerce insana tasarım ufku açıyor. Emeği geçen herkesi (en başta da görsel yönetmenimiz Fevzi Yazıcı ve ekibini) tebrik ediyorum. Mesleğe ve estetiğe bu kadar büyük katkıda bulunan başka bir kurum ve ekip var mı; onu da bilmiyorum. Bulsam şüphesiz onları da aynı coşkuyla kutlardım. Çünkü gazeteciliğin anlamsız tartışmalarla vakit kaybetmesi değil; çağın seyrine uygun değer üretmesi gerekiyor...

Türkiye gerçekten insanı hayretlere sevk eden bir ülke. Tartışmaya bakar mısınız; genelkurmay başkanı ağlar mıymış, ağlamaz mıymış? 8 askerin şehit olması karşısında gözyaşlarını tutamayan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel için ne anlamsız şeyler söylendi. Oysa şu aşikâr ki gözü yaşlı komutandan değil, göz pınarları kurumuşlardan korkmak lazım. Sadece askerler için değil, hayatın her alanında durum bundan ibarettir çünkü...

28 Şubat soruşturması şu ana kadar sadece o günkü askerî yetkilileri adaletin karşısına çıkarmıştı. Hafta içinde soruşturma 'postmodern darbe'nin Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ayağına kadar uzandı. Savcılığa çağrılan kişilerin suçlu olup olmadığını şimdiden bilmek mümkün değil; ancak açık bir gerçek var ki bir soruşturma yapılırken ucu nereye dokunursa dokunsun sonuna kadar gidilmezse (suçsuz olanların mahkeme huzurunda aklanması da dâhil) kamu vicdanında meşruiyet temin edilemez.

Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu ile ilgili bir kısım haberler çıktığını Başbakan Erdoğan'ın yurtdışı seyahatini izlerken öğrendim. Bayramoğlu'na 'Kripto Ermeni' diyerek yapılan saldırı asla kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. İnsanların düşünceleriyle değil de soyuyla sopuyla uğraşılması (kaldı ki Ermeni olsa bile bunun bir suçmuş gibi sunulması insanî değildir) en basitinden ayrımcılık suçudur. Maalesef Ali Bey de kimi zaman korkunç ve mesnetsiz ithamlarla kitleleri linç edercesine karalıyor; ama bunu yapması ona yapılan haksızlığa isyan etmemizi engellemez. Hak hukuk önemlidir; herkes için ve her zaman...

(Zaman gazetesinden alınmıştır)