BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, “Helalleşmekten” söz ettiği zaman inanıyorum.
Hem de bütün kalbimle inanıyorum.
İnandığımı söylediğim zaman, çevremden, uzak, yakın mesafeden, akraba, tanıdık muhitlerden, sesler yükseliyor:
“Bu lafları yuttun mu?”
“Biliyorum, inanmayacaksınız ama ben saf bir insanım. Lügatimde yutmak kelimesi yoktur. İnanmak kelimesi vardır” diyorum.
Bana inanmıyorlar.
Veya “inanmak” kelimesi artık onların lügatinden de silinmiş.
Belki de haklılar.
Zaman onları mı yoksa beni mi haklı çıkaracak, onu da bilmiyorum.
Benimki insanın en saf hali.
İçimdeki ses bana, “Bu insandan bugüne kadar öfkeli belagat çıktı. Ama yalan çıkmadı” diyor.
O nedenle, “Arzumuz İlker Paşa’nın Yüce Divan’da yargılanmasıdır” dediği zaman da samimi olduğuna inanıyorum.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, uzun tutukluluklardan söz ettiği zaman, ona da inanıyorum.
İnanmak için bir nedenim var mı?
Derseniz ki, somut, elle tutabileceğin ne var ki, ne söylese inanıyorsun.
Söyledi de, elini taşın altına mı soktu diyor.
Hayır yok.
Sadece sözler, orada burada söylenen sözler var.
“Uzun tutukluluklardan” şikâyet ediyor.
İçimdeki o ses, “Bu insan samimi” diyor.
Sonra kendi kendine soruyor: Kutsal kitaplar ne yazıyor?
“Önce söz vardı...”
Öyleyse diyorum, “Önce gelen bu sözün mutlaka bittiği bir yer de olacaktır”.
O sesin gönül gözü, Bülent Arınç’ın içindeki adalet ve vicdan duygusunu görüyor gibi oluyor.
Sanki, “Deniz Feneri sanıkları 3 ayda salınırken, bu insanların 3 yıldır içerde tutuklu bırakılması, onun içine bir vicdan ateşi düşürüyor” gibi geliyor.
Gönül gözüm merceğe mi dönüşüyor, yoksa bir dev aynası haline mi geliyor bilmiyorum.
Bilmesem de diyorum ki, “Gönül gözü zaten böyledir. Küçültmez, büyütür. Vicdani bir şey varsa, onu mutlaka büyütür”.
Ne zararı var? Kime zararı var?
İşte o yüzden, ağzından “Lamı cimi yok. İnsan seçilmişse içerde kalmamalı” dediği zaman inanıyorum.
İnanmak umutlanmaktır.
Onu da yapıyorum.
Sonra oturup bir muhasebe yapıyorum.
Ya haklıyım ya da artık inanmaktan başka çarem kalmadı.
Çünkü insanlar sadece kitap yazdıkları, sadece muhalif bir sesi yükselttikleri için içerde yattıkça içim kanıyor.
Çünkü insanlar neyle suçlandıklarını bile tam bilemeden 3 yıldır esaret çektikçe, vicdanımın bir yeri sızlıyor.
Çünkü içerdeki insanlar gözümüzün önünde kanserden eridikçe, kör bir mermiyi, sırf gururlarından, bile bile kafalarına sıktıkça, “inanmak” kelimesi benim lügatimde alelade bir fiil olmaktan çıkıp, insan olmanın birinci tekil şahsına dönüşüyor.
Karşımda bir insan görünce de ona inanıyorum...
Çünkü bu çok özel yetkili, bu çok özel kudretli yeni nizamda, gönül gözüm birkaç iyi insan arıyor.
Öyle olunca küçücük bir emare bile, beni umutlandırıyor.
Ve inanıyorum.
Çünkü bütün dünyanın görmeye başladığı bu dram, bütün Türkiye’nin üzerine yapışan kolektif bir günaha dönüşmeye başladı...
Artık hepimiz utanmalıyız, hepimiz inanmalıyız, hepimiz umutlanmalıyız...