KKTC’de Türkiye’deki gazetecilikten, onun biçiminden en çok şikâyet edenler kendilerine “gazeteci” diyenlerdir.
Hatta basın örgütleridir.
Beğenmezler!
Türkiye’deki gazetecilerin haklarını falan savunurlar arada bir…
Bizim gazetecilerimiz ise mafyaya tazminat öder, yargı çıkışı…
Bunları konuşmazlar!
Türkiye’deki bazı gazetecileri, tek satır ne yazdıklarını bile bilmedikleri halde; afaki ve bizimle alakası olmayan gazetecilik faaliyetlerini “basın etiği” üzerinden bildirilerle savunurlar arada bir...
Öyle ya bizim basın örgütlerimiz “evrensel değerlerin” peşindedirler…
Bunlar Türkiye’deki medyaya “zift medyası” da der; “rejim medyası” da der, “Erdoğan medyası” da derler…
Kim kime ne der daha bilmeden!
Der de, derler.
Gece sokakta gezen avare lağım farelerinin bile bildiğini, duyduğunu ve yaşadığını mahalle dedikodusu tadında söylemekten, yazmaktan öteye geçemeyen bu gazetecilerimizin gerçek durumu ise Sedat Peker’in videoları sürecinde ortaya çıktı…
Gazeteciliğimizin ne pespaye, kendisine gazeteci diyenlerin de ne “ahlaksız” tipler ve derinlikten yoksun ve aslında meslekte bir “ustaları” da doğru düzgün olmadığı için “okumuş” bireyler bile olmadıklarını, hatta eğitimli ve fakat “eğitilmemiş”, selam vermeye değmez birer müsvedde olduklarını Sedat Peker sürecinde gördük…
**
Bunu bile söyleyemezler: Sedat Peker yayınları sürecinde KKTC’de en çok medyanın; ondan da daha çok ve önemlisi bir fert- birey olarak "gazeteci" ve “gazeteciliğin” imtihanı olarak üstümüzden geldi, geçti…
Gazetecilerimizin neredeyse hiçbiri, Peker KKTC’nin namusunu kurtarırken ve kırk yıllık bir kara lekeyi, yani merhum Cumhurbaşkanı Denktaş’ın “Rumlar yaptı…” dediği Kutlu Adalı'nın katlini “itirafları” ile temizlerken aynı anda resmettiği, diğer asıl ve bugüne dair iddialarını hiç konuşamadılar, yazamadılar.
En radikalleri bile, gece gündüz “statüko da statüko” diye şikayet edip işaret etmeden yaşıyorlardı zaten ama Kıbrıs’ın “pis trafiği” konusuna girmediler.
Korkaktılar ama "tükürmeye" de şerefleri yoktu bunların.
Halil Falyalı ismine ve onun temsil ettiği Türkiye ile ilişkili ağının ortaya çıkmış yüzlerine “tek kelime” edemediler…
Bu konuları paylaşmadılar, didiklemediler, gönderme yapmadılar.
Bu gazeteciler KKTC Cumhuriyet Meclisi, Kutlu Adalı Cinayeti Komisyonu kurduğunda “tamam ama diğer konu ne olacak, asıl günümüzle ilişkili Falyalı iddiaları boş mu yani?” bile diyemediler!
Ne kurumlarında, ne sosyal medya hesaplarında ne de –korkaklıkta dip yaptıkları için- arkadaş sohbetlerinde bile dillendirmediler...
Onlar, sosyalist bildikleri Ömer Kalyoncu’nun “Falyalı yargıya da hâkim, savcılar ile arası çok iyi” dediğini de beğenmedikleri Türkiye medyasından okudular, dinlediler ama bunu sosyal medya hesaplarından dahi paylaşmaya ürktüler.
Bizim gazetecilerimiz de tıpkı Peker’den çekinen, O’nu susturan diğer odaklar gibi “bu videolar da bir an evvel bitse” diye beklediler, bu besin zinzirinde en ufak halka olduklarını bildikleri için!
Üç maymunların atası olduklarını ortaya böylelikle döktüler.
Türkiye’nin arka bahçesi olmakla, bir suç cenneti olduğumuzu boş boş yazarak ve konuşarak ama hiçbir zaman adres vermeden; rejim dedikleri bekçi isimlere girmeden, onlarla aralarına mesafeyi koyabilecek -gazetecilik becerisinden de yoksun oldukları için- geceleri güzel güzel uyuyup gündüzleri de “gazetecilik dersi” verdiler…
**
Bu meslekte her şeyin başı “muteber” olmaktır!
Siz Falyalı’ya “hal çaresi” nedeniyle şikâyet edilen insanların sadece dedikodu olduğunu zannedenlerdensiniz…
Öyle varsayarak bu mesleği icra ettiniz.
Siz nereden bileceksiniz mesela benim gibi bir gazetecinin hem “naylon faturacı” hem de “iftiracı, çamurcu” bazı Türkiyeli yetkililer tarafından da uğraşılan biri olduğumu!
Tamamen gazetecilik faaliyetlerim nedeniyle KKTC'den en üst düzey siyasilerce hem polise; hem mafyaya; hem de bazı Türkiyeli yetkililere şikâyet edilmiş biri olduğumu…
Siz daha kim kimdir bilmiyorsunuz, kim nerede görmüyorsunuz…
Sizler zaten kim olabilirsiniz ki "Kimin kim adına kimi tehdit ettiğini" bilecek de temel duruşundan yoksun olduğunuz gazetecilik adına kınayıp kendinize “gazeteci” diyebileceksiniz…
Siz “Kıbrıslılıkta” da “gazetecilikte” de sınıfta kaldınız.
Milliyetçilerimiz, Solcularımız ve müslümanlarımız gibi...
Ben ama “yurttaşlığımı” ispat ettim.
Bu konularda sözde burada mangalda kül bırakmayıp; bu sayede de Türkiye’de gazetelere konuk olup TMT’yi bile bu işlere bulaştırmış olabilirsiniz ama biz burada size o sözleri söyletenin reklam ücretleri olduğunu biliyoruz.
İşte tam da bu nedenle bizim tweetlerimiz 15 bin okunmanın altına inmezken sizinkileri kimse fark etmiyor bile!
İlkelerle değil, kişisel ilişkilerle yürütmeye gayret ettiğiniz o yolun yolcususunuz.
**
Bunları sizleri ciddiye aldığım için yazmadım.
Kıbrıs’taki PKK’lı odaklar tarafından da; Güney Kıbrıs’a kaçmış FETÖ’cüler tarafından da gerek sosyal medya paylaşımlarım, gerekse de sadece onların anlayabileceği satır arası bazı köşe yazılarımdaki ifadelerim nedeniyle de tehdit edilmiş bir gazeteciyim!
İstediğiniz kadar köşenizi tutun siz, okunmuyorsunuz…
Kimseyi de rahatsız etmiyorsunuz.
Politika belirleyen kimsenin de dikkatini çekmiyorsunuz.
Hatta onlar sizi kontrast efekti oluşturduğunuz için seviyor da!
Herkes sizin “gazeteciliğinizden” de "karakterinizden" de memnun.
Ben en azından bu süreci, benim de sizler gibi “suç örgütü lideri” unvanıyla andığım Sedat Peker’in twitter hesabında “namuslu gazeteci” olarak ilan ettiği bir meslektaşınız olarak kapatıyorum...
Siz Halil Falyalı’nın cenazesine ne yapacağınızı bilememişlerdensiniz..!
Beğenmediğiniz Türkiye’deki havuz medyası mensupları parayı çuvalla alıyor da böyleler.
Onların da çocukları, eşleri var.
Siz ve fakat bir zarfa tavsınız…
Benden size bu satırlar lütuf sayılır: Sessiz kalan basın örgütlerini kınıyorum!
Tam da benim de almış olduğum Kutlu Adalı basın ödülünü iade etmeyi düşündüğüm hengâmda ve son anda "kınayan" Basın-Sen’e de teşekkür ederim.
Bana hayrınız yok, kendinizi temizliyorsunuz sadece…
**
Sizler kendinize gazeteci deyip bakanları tırtıklamaya, birini indirip yerine ötekini atamaya; sendikaları söğüşlemeye ve kendinize de basın örgütü mensubu “gazeteci” demeye devam ediniz...
Ben örgütsüz basın emekçisiyim; siz örgütlüsünüz ama “teslim” alınmışsınız.
Anlata biliyor muyum yoksa daha da detaylı mı yazayım istersiniz.
Ben kendimi korurum da sizi kim ne yapacak onu kestiremiyorum…
Hangi torbada, hangi ideolojide olduğunuzun önemi yok: Bir sıkıntı yaşarsanız seslenin, “gerçek bir gazeteci” olduğum için “gerçek kaynaklarım” da benimle münasebette “gerçek odaklar” da çoktur…
Sizin bilebileceğiniz şeyler değil; gerçek gazetecilerin durumu öyledir çünkü.
Sadece kendi evlatları ve akrabaları tarafından okunanların bilebileceği ya da öğretebileceği bir meslek değildir gazetecilik...
Bari bize öğretmeyin!
Bizi kimse “kendinden” görmez ve bilmez.
Siz örgütler, herkesin aynı anda adamısınız!
“Gazetecilerin” yanına bekleriz…
(kibrispostasi'ndan)