Kişi laik olamaz!
Cumhuriyetin kazanımlarından geriye gidiş olduğunu hisseden ve onu koruyup kollamakla “vazifeli” üniformalılar laikliğe vurgu yapar.
Yüksek yargı organlarının temsilcileri adlî yılbaşlarında laikliğe vurgu yapar. (Beyefendi, hikmetinizden sual olunmaz, ama geçen yıl mahkemelere intikal eden dosyaların kaçı laikliği özümseyememişlere ait idi demek aklımıza pek gelmez.) Aynı kurumların kuruluş yıldönümlerinde de laikliğe vurgu olmazsa olmazlardandır.
MGK toplantılarında, iç ve dış gelişmeler çok farklı bir yönde vurgu yapmayı gerektirecek kadar nâmüsait değilse, laikliğe vurgu masanın esas menüsüdür.
Millî bayramılar da laikliğe vurgudan nasibini alır.
Hatta bir hastanenin ya da doğumevinin açılışına katılan bir yetkili sosyal devlete vurgu yapacakken komşusu laik devleti de bundan mahrum bırakmaz bazen.
Bunları yazarken, aklıma fakültede beşeri coğrafya derslerimize giren bir hocamızın anlattıkları aklıma geldi. Türkiye’de nüfus ve yerleşmeye dair istatistiklerin ne kadar temelsiz olduğu sadedinde şunu anlatırdı:
Kaymakam, köylerin niteliği hakkında bilgi toplamak için muhtarları çağırır. Muhtarlardan, kendilerine verilen forma köylerinin ne tür bir köy olduğunu yazmaları istenir. Yan yana oturan ve birbirlerini tanıyan iki muhtardan Hasan yanındaki Hüseyin’e sorar; - Sen kendi köyün için hangi türü işaretledin? - Orman köyü. O hâlde ben de öyle yazayım.
Yaşanmış bir şey miydi, abartılı bir tevatür müydü bilinmez ama anlattığı mesaj önemlidir.
Kendi dertlerimizi başkalarının verdiği reçeteler ile tedavi etmeye çalışma yanlışımız olduğu gibi, kendimizde olmayan dertler için de başkalarının reçetelerini kullanmaktayız.
Ezcümle, Batıda, özelde Fransa’da laiklik ortaya çıktı ama bozulan, papazlar tarafından arzîleştirilen, heva ve heveslere kurban edilen, teslis inancı ile sebeplere tapınmayı, dolayısıyla Kilise otoritesine boyun eğmeyi netice veren bir dine karşı çıktı.
Hem de, itiraza konu olan, uygulamada çok fazla ahkâmı bulunmayan bu hükümleri sonradan monte edilen bir Hıristiyanlıktı.
Gökleri ve yerleri hak üzerine yaratanın hak sözü olan Kur’ân üzerine kurulu, bütün hükümleri asr-saâdette tamamlanan, daveti umumi olan İslâm için aynı kıyası yapmak mümkün mü?
Hayatın en ince detaylarını kapsayan hükümleri bulunan İslâm’a dair böyle bir şüphe yakışık alır mı?
Hükümlerine kâinatı şahit gösteren ve şuur sahiplerini sürekli tefekküre ve akıllarını kullanmaya sevk eden İslâm için bu kàbil mi?
Zekât emri ve diğer sadakalar ile sürekli olarak burjuvayı fakirlerin yardımına teşvik eden İslâm hakkında aynı itirazı dillendirmek insafa sığar mı?
Şimdi, devlet için öngörülen ve doğru uygulanışına kimsenin itiraz etmediği laikliğin, hayatın her alanında hükümleri bulunan İslâm’ın mensubu, yani müslüman için geçerli olup olmadığını düşünmeye çalışalım. İnsanlar bu hususta şu kategorilere ayrılacaklardır:
• Müteâl bir Rabbi Son Elçisi vasıtası ile tanıyorum ve günlük davranışlarımı ona göre düzenlemeye gayret ediyorum.
• Bir Rabbi ve Resulünü tanıyorum, anacak emirlerine uymada, Allah affetsin, eksiklerim var.
• Bir Yaratıcıyı tanımıyorum ve emirlerine de inanmıyorum.
• Bir Yaratıcının varlığı ve emirlerinin olması beni ilgilendirmiyor.
Kişilerin din; özelde İslam karşısındaki tavırları az çok bu şıklardan ibarettir.
Şimdi söyler misiniz, kişi açısından üçüncü şık ile dördüncüsü arasında pek bir fark var mıdır? Ve bize, hayat tarzı olarak dayatılmaya çalışılan dördüncü şıktaki lâkaytlık, üçüncü şıktaki ateistlikten daha az mı tehlikelidir?
Ya da, bizden Rabbimizin bazı emirlerini kabul etmemiz, diğerlerini inkâr etmemiz mi istenmektedir? Veya bizden istenen ‘namaz boynumun borcu, hırsızlık evimin harcı’ deyişindeki şaşı bir hayat tarzı mıdır?
Ve böyle bir yaşayış hâlâ dinî bir anlayış olarak nitelenecekse kime güven verecektir? Böyle bir komşuya, böyle bir iş arkadaşına, böyle bir yöneticiye siz olsanız güven duyar mısınız?
Güven duyulmaz ise, “dindar gençlik” söyleminden ve de bu hususta gösterilen gayretlerden gocunmamak gerekir.
Zira laik olan veya olması gereken devlettir; kişiler değil!
15.02.2012 21:44 Çarşamba