Kısaca çocuk elli yaşından sonra büyüyeceksin...
İpek Durkal gazeteye gelmişti...
Yazımın bitmesini bekledi...
Beni alıp doğum günümün kutlanacağı meçhul mekana götürecekti...
Arabaya bindik “Atiye sokağa gidiyoruz...” dedi, “Salomanje’ye...”
Temmuz’un 21’iydi...
50. yaş günümü kutlamak için çocuklarımın annesi ve birkaç kız arkadaşımla özel bir parti düzenlemişlerdi...
Yaz sıcağının şehri kavurduğu günlerde, İstanbul’da bulabildikleri, “muhteşem güzel kadınlarla dolu” sevdiğim dostlarımdan oluşan bir potburinin rüya gibi yaşattığı bir doğuum günü partisinin ortasındaydım...
Hayatta herşeye sahip görünüyordum...
İkiz çocuklarım iki ay önce doğmuştu...
Beraberliğinden mutluluk duyduğum, sevdiğim güzel bir kadınla beraberdim...
Annemle babam hayatta ve sağlıklıydı...
Kaderin bana hediye ettiği, büyük kızım Ayşe Nazlı 11 yaşına basmıştı...
Yanına ikizler gelmiş, mutluluğuma mutluluk katmışlardı...
Hayat bana birşey göstermek istercesine, ikiz çocuklarımın dünyaya gelişi gibi, çok sevdiğim Beşiktaş’ı o sene lig ve Türkiye kupası şampiyonu yaparak ikiz kupalı bir sezona imza attırmıştı...
Gazetede yazmaktan mutlu olduğum bir köşem, televizyonda arzu ettiğim gibi sansasyondan uzak, derin tartışmaların yaşandığı keyifli bir programım vardı...
Dostların ve muhteşem kadınların refakatinde, mutluluk dansları ederek 50. yaşıma basışımı kutlarken, “hayatın onca badireden sonra” yüzüme güldüğüne inanıyordum...
Herşey ideal ya da ideale çok yakındı...
O gece orada bulunan muhteşem kadınlardan biri Tuluhan Tekelioğlu’ydu...
Doğum günü kutlanmasının, yüreğimde yaşayan duygusal doruğuna tanıklık etmiş, mutlulukla bezenmiş hayallerimle yaptığım dansa ortak olmuştu...
Bir dönemin sonu, bir dönüm noktasının ise başlangıcıydı o gece...
O zaman bu gerçeğin farkında değildim elbette...
İki yıl sonra Tuluhan bana, “50’sinde Erkek” isimli kitabını yazmak istediğini söylediğinde, içimden “Benden uzak dur Tuluhan” demek geldi...
Ne 50, ne de 50 sonrası için hiçbir röportaj vermek istemiyordum...
50 yaşın duygusal zirvelerinde olduğumu düşündüğüm, “yaşamın onca badiresinden sonra kaderin nihayet bir daha değişmemek üzere benden yana döndüğünü tahmin ettiğim” o doğum gününün ertesindeki 21 Temmuz, yaşamımın en zor ve kötü hissettiğim doğum günü olacaktı...
Hayat bana yepyeni bir sınavı ve “hiç çalışmadığım yerlerden gelen bir imtihanı” önüme koyacaktı...
“Geçebiliyorsan bu sınavı geç” diyecekti...
Elli yaşıma kadar yaşadıklarımla, elli yaşımdan sonra yaşamaya başladıklarım arasında dağlar, ırmaklar, dünyalar hatta gezegenler vardı...
Hayatın romantik şizofrenisi bitmişti elli yaşımda...
Herşey sade bir gerçeklik halindeydi artık...
Çıplak ve yalındı...
Kuru inançlar, hayalimde olduğunu sandığım vakalar, kendime yonttuğum dünyalar, başaramayacağıma inandığım pesimist duvarlar, kendimi aldattığım ve kaçak güreştiğim minderler yoktu artık...
Yalnızdım...
Doğduğum gündeki gibi yalnızdım...
Öleceğim gündeki gibi tek başınaydım...
Kafamda yarattığım sanal dünyaların “şizofrenisiyle” mutlu yaşayamazdım...
Mutluluğu kendi ellerimle “farklı şifrelerle” sağlayacaktım...
Hayata kendi ellerimle başka türlü asılmalıydım...
Kendime ve yaratacağım nesillere, gerçek bir dünya sunmalıydım...
Hayatın romantizmini değil, hayatın şifrelerini verecektim...
O şifreleri önce öğrenecek, “öğrenilmiş çaresizliklerimden” vazgeçecek, gayr-ı kabili iflah bir yaşamın esiri olmaktan kurtulacaktım...
Hesaplaşırken “huzur”u arzulayacaktım...
“Gününü göstermeyi düşünürsem” bana da gün gösterilmeyeceğinin farkında olacaktım...
İnsanlığın bir bütün olduğunu, “hayatın benim egomdan ibaret olmadığını” anlayacaktım...
Başarı peşinde koşmanın anlamsızlığını ve değersizliğini, buna karşın “değerli şeylerin peşinde yürümenin” anlamını kavrayacaktım...
Hayatın şifresinin, egoların bitmek tükenmek bilmeyen isteklerinde değil, ruhunun derinliklerindeki “niyet”lerde gizli olduğunu hissedecektim...
Kendimle ondört yaşındaki bir çocuğun yaşanmamış hayallerinde yeniden barışacaktım...
“Alma”nın değil, “verme”nin gerçek mutluluk olduğunu idrak edecektim...
Kısaca kendi kendime “çocuk...” diye hitap edecektim...
“Elli yaşından sonra büyüyeceksin...”
“NİYET”İNİZİN GÜCÜ...
“Niyetinizin sahip olduğu gücü kullanmayı öğrenin...
Bu sayede arzu ettiğiniz herşeye ulaşabilirsiniz...
Elbette istediğiniz sonuçları büyük bir çaba ve emekle de elde edebilirsiniz...
Ancak bunun büyük bir bedeli olacaktır...
Muhtemelen bu bedel, stres, kalp krizleri ve bağışıklık sisteminizde meydana gelecek problemler olacaktır...
Oysa “Niyet ve Arzu Yasası”nın beş basamağını uygulayarak, herhangi bir bedel ödemeden tüm arzularınızı gerçekleştirebilirsiniz...
Çünkü bu yolla “niyet”iniz kendi iç gücünü yaratacaktır...
Kendinize bir boşluk yaratın...
Yani düşüncelerin arasındaki sessiz alanda kendi merkezinizi bulun...
Sessizliğin içine girin...
Bu sessizlik sizin öz haliniz, var olma halinizdir...
Varolma halindeyken, tüm niyet, arzu ve düşüncelerinizden arının...
Gerçekten boşluk içindeyseniz, burada artık düşünce ve niyet yoktur...
Birçok hedefiniz varsa, bunları önceden yazabilir, boşluğa girmeden önce niyetinizi bu hedeflere yönlendirebilirsiniz...
Ektiğiniz arzu tohumlarının büyüyüp büyümediğini görmek için yerlerini eşelemenize ve nasıl açacaklarını görmek için onlarla yapışık kalmanıza gerek yoktur...
Sadece onları serbest bırakmayı istemelisiniz...
İç referans halinde kalmalısınız...
Yani kendi gerçek benliğinizin “ÖZ”le bağlantınızın farkındalığında kalmalısınız...
KENDİNİZE DIŞ DÜNYANIN GÖZÜNDEN BAKMAYI VE BAŞKALARININ FİKİR VE DAVRANIŞLARINDAN ETKİLENMEYİ BIRAKMALISINIZ...
İç referans halinde kalabilmeye yardımcı olacak yollardan biri, arzularınızı kendine saklamak ve başkalarıyla paylaşmamaktır...
Ancak etrafınızdaki insanlar sizinle aynı arzuları hedeflemişlerse ve sizinle onlar arasında kalpten bir bağ mevcutsa paylaşmayı tercih edebilirsiniz...
Sonuç odaklı bağımlılıklarınızdan kurtulun...
Bu da bir sonuca olan katı bağımlılığınızı bırakarak, belirsizliğin bilgeliğinde yaşamak demektir...
Sonuçlarını bilmeseniz bile hayat yolculuğunun her anının tadını çıkartmak demektir...
Bırakın detayları evren halletsin...
Boşlukta serbest bırakılınca niyet ve arzularınız sonsuz bir planlama gücüne sahip olur...
Niyetinizin bu sonsuz planlama gücüne güvenin...
O da sizin için tüm detaylarla ilgilensin...
Gerçek doğanızın saf ve ilahi bir güç olduğunu hatırlayın...
“ÖZ”ünüzün bu bilincini her yere yanınızda götürün...
Arzularınızı sakince serbest bırakın...
Evren detayları sizin için halledecektir...”
(Deepak Chopra’nın Başarının 7 Spiritüel Yasası isimli kitabından...)
(Vatan gazetesinden alınmıştır)