İktidar kanadından 6'lı masaya gelen eleştirileri de değerlendiren Kılıçdaroğlu, “Bütün vidaları gevşemiş devlet yapısını yeniden inşa etmek istiyoruz” dedi.
İktidarın Suriye ile ilişkileri normalleştirme girişimlerini de değerlendiren Kılıçdaroğlu, geç de olsa olumlu bir adım olduğunu belirterek, “Bir barışma ikliminin yaratılması güzel ama kavgayı yaratanların topluma hesap vermesi lazım, toplumdan çıkıp özür dilemesi lazım” görüşünü dile getirdi.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, BBC Türkçe’nin de aralarında bulunduğu bir grup gazetecinin sorularını yanıtladı, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Hafta sonunda (Pazar günü) 6’lı masanın toplantısı var. Masadan ne bekleyelim, adaylık meselesi, diğer meselelerle ilgili… Artık klasikleşti ama adaylık konusu dahil, nasıl bir yol haritası olur?
Her ay bir liderin konukseverliği içinde buluşuyoruz, oturuyoruz, konuşuyoruz gündem önceden belirleniyor. O gündemi bize bildiriyorlar. Şu ana kadar bize bir gündem gelmedi ama Temel (Karamollaoğlu) Bey geldi, bazı düşüncelerini aktardı, diğer liderlere de gitti, yani önce bir ön görüşme yapılıyor.
Sanıyorum bugün, yarın gündem de ortaya çıkar. Yani sonuçta Türkiye’nin bu kadar sorunu var derdi var. Bizim kamuoyuna yaptığımız her açıklama, bir anlamda bizim ittifakı bir araya getiren düşünceler bütünlüğünü oluşturuyor. Yani Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemden söz ediyoruz. Bir toparlanma sürecini ya da hasar tespit komisyonu gibi, bir toparlanma sürecinin başlangıcında neleri yapacağımızı anlatıyoruz. Bir şekli ile bir program da açıklamış oluyoruz aslında. Her aşamada biraz daha ilerliyoruz biraz daha iyi bir noktaya taşıyoruz birlikteliğimizi. Önümüzdeki liderler toplantısında da gündem gelecek, o çerçevede tekrar biz kendi düşüncelerimizi, diğer liderler kendi düşüncelerini masada dillendirecekler.
6'lı masanın toplantısı önce Temel Bey’in bir açıklaması oldu. Seçim Kanunu'ndaki değişikliği kast ederek 6’lı masanın eski öneminin kalmadığını söyledi. Bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Temel Bey’in orada kast ettiği şey şu: Eski seçim yasasına göre, artık oylar bir partinin hanesine yazılıyordu. Sonra değiştirdiler bunu ve artık oylar bir partinin hanesine yazılmıyor.
Eskiden ittifak ve artık oyların getirdiği artı vardı ve ittifakın işine yarardı. Sadece bizim Millet İttifakı için değil Cumhur İttifakı için de bu olurdu. Yurt dışı oyları da eklenince, bizim kaybettiğimiz milletvekillikleri var, onların da var. Seçim kanunu değiştirilince artık oylar kalmadı. Temel Bey ona vurgu yapmak istiyor. Yoksa 6’lı masanın ne kadar önemli olduğunu Temel Bey de biliyor.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan bir ön koalisyon mutabakatına işaret etmişti. Temel Karamollaoğlu da koalisyonların seçimden sonra olacağını söyledi. Bir ön koalisyon mutabakatına siz nasıl bakıyorsunuz?
Koalisyon ancak seçimden sonra olabilir. Ama bugünden bizim yayınladığımız her bildiri aslında ittifakın bir anlamda "seçim beyannamesi" gibi bir şey. Altı genel başkanın imzaladığı bildiriler seçim beyannamesi. Aynı zamanda bu ittifakın kendi içindeki tutarlılığını, vaatlerini gösteren, iktidara geldiği zaman neleri yapacağını kamuoyuna açıklayan belgeler bunlar.
Bunları alt alta yazıp topladığınızda gayet güzel, Türkiye için önü açık bir program, hükümet programı taslağı da ortaya çıkıyor. Her görüşmenin böyle bir yararı var. Bir görüşmede diyelim ki ağırlıklı olarak ekonomiyi, bir başka görüşmede bürokrasiyi, bir başka görüşmede parlamentodaki yapılanmayı, bir başka görüşmede anayasada ve Meclis iç tüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri almışsanız, hepsini bir araya getirdiğinizde bir mantık bütünlüğü, uygulama bütünlüğü ortaya çıkıyor. Altı lider bunu onayladığı zaman bu altı liderin programı haline dönüşmüş oluyor. Bu bize daha sonraki aşamalarda dil birliği de sağlamış olacak. Hepimiz aynı şeyi savunan liderler olacağız. Ben de aynı şeyi söyleyeceğim, Temel Bey de Meral Hanım da Davutoğlu da Babacan da Gültekin Bey de hepsini dillendirecek.
İktidar kanadından 6’lı masaya yöneltilen eleştirilerden biri , “Ekonomide Babacan başka bir şey söylüyor, CHP başka bir şey söylüyor, Kürt konusunda Akşener başka bir şey söylüyor” Bir dağınıklık ve güven veremediğiniz yönünde eleştiri var. Bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?
6’lı masaya yönelik Cumhur İttifakı’ndan gelen eleştiriler… Bizim açıklamalarımızı okusunlar, okumadan konuşuyorlar. Eski alışkanlıklar üzerine inşa etmişler siyasi alışkanlıklarını. Burada da iyi okumadıkları anlaşılıyor.
Keşke bizim Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş metnimizi okuyabilseler. Keşke ondan sonra genel başkan yardımcılarımızın, seçim güvenliği için yaptıkları çalışmaları dinleyebilseler, okuyabilseler. Hepsinde bir bütünlük var.
Bütün vidaları gevşemiş bir devlet yapısını yeniden inşa etmek istiyoruz. Bir kurumsal inşadan söz ediyoruz. Yeni kurumların oluşturulmasını istiyoruz. Bizim birlikteliğimiz sıradan değil, onlar hâlâ bunun farkına varmış değil. Çarklarını bozdukları Türkiye’yi ne hale getirdiklerinin farkında bile değiller. Çünkü onlar başka şey düşünüyorlar. Halkı düşünmüyorlar. İktidar sahiplerinin şu an tek düşündükleri şey kendi gelecekleri ve paraları. Biz ülkeyi düşünüyoruz.
Ülkenin yeniden inşası gerekiyor. Üniversiteleriyle, bağımsız kurumlarıyla, eğitim sistemiyle, dış politikasıyla bozulan ve bugüne kadar hep Türkiye aleyhine sonuç veren ve Türkiye’nin büyük zararlar gördüğü bir anlayışı tümüyle değiştirmek istiyoruz. Dolayısıyla onlar bizi anlayamazlar. Anlamaları için düşünmeleri lazım.
Onların düşünmeye ihtiyaçları yok çünkü bir kişi düşünüyor. Akıllarını kiraya verenler siyaset yapamazlar. Onlar akıllarını kiraya vermiş vaziyetteler. İstanbul’da yangın oluyor, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı üzerine yangını söndürdük". Talimat gelmese ormanlar yanacak ve bunlar seyredecekler. Düşünebiliyor musunuz? Aklın kiraya verildiği sürecin hangi aşamaya geldiğini görüyor musunuz? Bu aşamaya gelmiş durumda.
6’lı masanın adayı henüz belli değil, tahmininizi sorayım. Adayınız kazanabilir mi, seçim ikinci tura kalır mı? Parlamento aritmetiği nasıl oluşur?
Parlemento aritmetiği lehimize sonuçlanır. Tablo giderek kendisini gösteriyor. Cumhuriyet Halk Partisi, AK Parti’nin önünde gidiyor. Önümüzdeki süreç içerisinde bu biraz daha hızlanarak devam edecek. Parlementoda da Millet İttifakı olarak çoğunluğu alacağız. Amacımız, onu da altı lider bir arada belirleyeceğiz, belli bir zaman dilimi içerisinde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi ayağa kaldırmak ve bozulan çarkları işler hale getirmek.
Cumhurbaşkanlığı seçimi tahmininiz?
Cumhurbaşkanlığını birinci turda alırız. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem metnini oluşturdunuz. Geçiş sürecinde, cumhurbaşkanının yetkileri ne olacak, yardımcıları olacak mı olmayacak mı? Bunlar 6’lı masada konuşuluyor mu?
Henüz konuşulmadı ama konuşulacak.. Bununla ilgili altı parti de kendi içerisinde çalışıyor. Belli bir olgunluğa eriştikten sonra liderler "Biz hazırız artık" diyecek. "Bunu konuşabiliriz" dediklerinde masaya getireceğiz ve konuşacağız.
Sizin bu konudaki hazırlıklarınız neler?
Biz de kendi içimizde şu anda görüşüyoruz, tartışıyoruz. Sadece milletvekilleri olarak değil, dışarıdan akademik çevrelerden de destek alıyoruz. Geçiş süreci nasıl olmalı, bu süreç içerisinde neler yapmalıyız, önceliklerimiz neler olmalı? İlk yayınlayacağımız kararnameler ne olmalı? Altı parti bir arada tekrar bir arada çalışacağız. Altı partinin öncelikleri ne olmalı diye biz böyle düşünüyoruz. Büyük ihtimalle diğer partiler de böyle düşünüyorlar. Onlar da bir çalışma yapıyorlar. Çalışmanın olgunlaşmasını bekliyoruz. Olgunlaştıktan sonra bir araya geleceğiz ve kamuoyuyla paylaşacağız.
6'lı masa bir aday çıkardı ve seçim hattına girildi diyelim. Altılı masanın adayı ilk olarak ne yapacak?
6'lı masanın adayının ilk olarak ne yapacağını 6'lı masanın liderleri belirleyecek. Bunu samimi olarak söylüyorum. Benim samimi düşüncem, bugün burada sizle neyi konuşuyorsam altı liderle de aynı şeyi konuşmam gerekiyor. Burada farklı orada farklı konuşursak bu bugüne kadar inşa ettiğimiz güveni tuzla buz eder.Buna benim hakkım yok. Hiç kimsenin hakkı yok. Dolayısıyla otururuz. Farklı görüşler elbette olur. Nitekim Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’de genel başkan yardımcıları oturdular, uzun uzun tartıştılar belli bir noktaya geldiler. Bizim 'böyle olsun' dediğimize onlar "Hayır, böyle değil, böyle olursa daha iyi olur' dediler. Baktık öyle olursa daha iyi olur ve dolayısıyla çözüldü. İyi niyetle yola çıktığınızda sonuç alıyorsunuz.
Bugüne kadar bazı konularda ortak metinler yayımladınız. Şimdi bu toplantıda da göç ile ilgili bir süredir çalışma var. DEVA Partisi , Gelecek Partisi rapor açıkladı, bugün de sizin değerlendirmeleriniz oldu. Bu konuda ortak bir zeminde buluşabilecek misiniz?
Ben buluşabileceğimiz kanısındayım. Zaten bir ortak çalışma yapıldı, bir grup kuruldu, bu grup ön raporunu hazırladı, o raporlar genel başkanlara sunuldu, genel başkanların onayı alındı. Şimdi liderler oturacaklar, konuşacaklar. Çok büyük bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Daha doğrusu ciddi bir görüş farklılığı çıkacağını sanmıyorum. Çünkü liderler, Türkiye’ye gelen sığınmacı olarak Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmelerini istiyorlar. Burada bir tereddüt yok zaten. Dönme koşullarının oluşturulması lazım. İnsani olarak, insani boyutunu düşünerek, yani ırkçılık temelinde değil, tam tersi kendi ülkelerinde huzur içinde yaşayabilecekleri bir atmosferin yaratılması lazım.
O konuda bizim dört aşamalı bir planımız var. Biz Suriyelileri göndereceğiz ama muhatabımızın Suriye’nin meşru hükümeti olması lazım. Meşru hükümet ile karşılıklı büyükelçiliklerin açılması, görüşmelerin yapılması, buradan gidenlerin can ve mal güvenliğinin sağlanması ve teminat altına alınması, artı onlara orada bizim iş adamlarının fabrikalar kurarak istihdam yaratmaları gibi. Buna benzer uygulamalar, bunlar dillendirilir. Kamuoyunun da bizim yaptığımız bu açıklamalara çok büyük bir tepki göstermediğini de biliyoruz, yani herkes makul görüyor bunu bunları.
Sadece şöyle bir düşünce zaman zaman geldi “Biz neden onların evini, yolunu, okulunu yapalım?” diye. Biz yapmıyoruz aslında Avrupa Birliği’nden aldığımız fonlarla ve bizim müteahhitler onları yapacaklar. Bu konuda Batı’nın da sorumluluğu var çünkü. Batı buradan oraya göçün yani Avrupa’ya göçün kesilmesini istiyorsa bize bu desteği vermek zorunda. Bu desteği verir. Onların istediği şu benim gördüğüm kadarıyla yaptığım görüşmelerde “biz kaynak aktarırız ama bu kaynağı gerçekten amacına uygun kullandınız mı kullanmadınız mı?” Belli zaman dilimleri içinde onlara bu bilgilerin verilmesi lazım. “Şu kadar parayı şuraya harcadım”, onlar da arzu ederlerse gelip denetleyebilirler. Yani şeffaf, saydam bir uygulama istiyorlar ise biz de onu sağlayacağız.
Suriye ile iktidarın bir yakınlaşma çabası var yeniden ilişkileri normalleştirme çabası var. Siz bu adımı nasıl değerlendiriyorsunuz?
En başından beri Suriye politikasının yanlış olduğunu söyleyen benim. Komşularla ilişkilerin iyi tutulması gerektiğini söyleyen benim hatta Türkiye’de bir Uluslararası Suriye Konferansı düzenlenleyin diye hükümete çağrı yapıp bir mektup gönderen, 2012'de Erdoğan’a bir mektup gönderen benim. Olmadı.
Arkasından biz bir Uluslararası Suriye Konferansı düzenledik. Pek çok ülke, ABD ve Rusya da dahil olmak üzere, geldiler. Onlar da konferansı izlediler. Şimdi yaptıkları hatanın farkına biraz geç de olsa ve maliyeti ağır da olsa vardılar.
Şimdi bir ilişki zemini yaratmaya çalışıyorlar. Önce bunu istihbarat görüşüyor. Yani biz bir istihbarat devleti değiliz. Demokratik biz devletiz. Bir ülke ile görüşme yapıyorsan görüşürsün, büyükelçiliklerin karşılıklı açılmasına bakılır, istihbarat örgütleri her zaman görüşür.
Ama önemli olan sizin Suriye ile ilişkileri daha sağlıklı bir zeminde yürütmenizdir. Eğer bunu yaparlarsa, tabi memnun oluruz. Kavgayla bir yere varılamayacağına göre en azından yapılan hataların tekrar edilmemesi açısından önemli bir adım olur.
Bunun maliyeti nedir? 33 askerimiz, hayatını kaybeden çok sayıda sivil, 3 milyon 600 bin Suriyeli'nin Türkiye’ye gelmesi ve Türkiye’nin çok ciddi bir travma yaşaması sosyal olarak özellikle Suriyelilerle... Suriyelilerin yerleşik olduğu alanlarda zaman zaman çıkan olaylar, artı bunların Türkiye’de giderek kalıcı hale gelmeleri gibi bir olgunun ortaya çıkması gibi pek çok sorunu beraber getirdi iktidar. Tekrar Suriyelileri resmi yönetimle anlaşarak geri göndermek istiyor.
Tabii şu çok önemli, hani bizde çok güzel bir atasözü vardır; “Büyük lokma ye ama büyük laflar etme.” Düne kadar önce kucakladığınız, arkasından her türlü hakareti yaptığınız insanla şimdi yüz yüze gelmeye mecbur oluyorsunuz. 33 askerimizin şehit edilmesi, orada yaşanan büyük dramların sorumlusu kim? Tarih yazacaktır. Bir barışma ikliminin yaratılması güzel ama kavgayı yaratanların topluma hesap vermesi lazım, toplumdan çıkıp özür dilemesi lazım, “Bir yanlışlık yaptık”, “Pek çok insanımızı perişan ettik”, “Sadece biz, değil Suriyelileri de perişan ettik” demesi lazım.
IŞİD militanlarının oraya nasıl geldiği, nasıl finanse edildiğini, Suriye’nin iç işlerine nasıl müdahale edildiğini hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz. O nedenle ilişkiler güzel, gelişsin hiçbir itirazımız yok. Suriyeli kardeşlerimiz de kendi ülkelerine dönsünler belli bir güven içerisinde ama siyaset kurulunun oturup bir iç hesaplaşması yapması lazım ve toplumdan özellikle devleti yönetenlerin ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından özür dilemeleri gerekiyor.
Davutoğlu, göçmen raporunu açıkladı. Orada Putin’e bir çağrı var; Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yaptığı görüşme üzerinden Erdoğan’ın yönlendirildiğini söylüyor…
Erdoğan’ın emperyal güçler tarafından yönlendirildiğini bilmeyen mi var? Hepimiz biliyoruz. Suriye’ye girişi hangi emperyal gücün istediğini biliyoruz. 33 askerimiz şehit edildiğinde soluğu Moskova’da almasının bir nedeni var herhalde.
Zaten Dışişleri Bakanlığı’nın devre dışı bırakılmasıyla bu felaketler karşımıza çıktı. Devletin hafızası olan devletin dış politikasını belirleyen köklü gelenekleri olan Dışişleri Bakanlığı’nı tamamen devre dışı bıraktınız. Sarayda bir avuç kişi ile dış politika oluşturdunuz. Bakanın bile kim olduğu belli değildi. Hulusi Akar mı Dışişleri bakanı, İbrahim Kalın mı dışişleri bakanı? Kim? Mevlüt Çavuşoğlu mu?
Sarayda bir grup biz dış politikayı oluşturacağız biz bakacağız havaları içerisinde Türkiye’yi bu noktaya taşıdılar. Şimdi gördüler bunu gördüler ama yine dışardan, umarım dışarının telkinleri değildir. Eğer kendi iradeleri ile gördülerse en azından bunu tekrar etmezler bir daha. Ama dışarının telkiniyle “gideceksin, tokalaşacaksın” diye telkinle yapılmışsa bu da farklı bir acı tablo.
Rusya, S-400'le ilgili ikinci bir sözleşme imzalandığını açıkladı. Savunma Sanayi Başkanlığı, Rusya'dan S-400 tedarikiyle ilgili, "Yeni bir gelişme söz konusu değil. İlk gün yapılan anlaşmaya göre süreç devam etmektedir" açıklamasını yaptı. Hem de Akkuyu’da yaşananlar var, Rusya’nın neredeyse Türk şirketlerini tasfiye etmesi gibi bir durum söz konusu. Bu ikisini bağlantılı görüyor musunuz?
Siz devlet olarak bir ittifak içinde yer alıyorsanız o ittifakın öngördüğü kuralları, ben de kendi ülkemde uygulayacağım diye imza atmışsanız, yani söz vermişseniz, devletin namusu olarak söz vermişseniz o ittifakın dışında farklı arayışlara girmek doğru değildir. Etik olarak değildir.
Siz NATO ittifakı içindesiniz gayet güzel, savunma sanayimizi de bunun üzerine inşa etmişsiniz gayet güzel, neyse toplantılar NATO toplantıları yapılır vs o toplantılara katılırsınız, toplantıda oy kararları oy birliği ile alınır vs siz ittifakın dışında farklı bir savunma sanayine girerseniz o zaman sorun çıkar, çıkıyor.
Nitekim gittiler S-400 aldılar. Şu soruyu sordum, kime karşı kullanacaksınız? Yunanistan’a karşı mı kullanacaksınız? Nato ittifakı içinde. Suriye’ye karşı mı kullanacaksınız? Orası da çok daha güçlü Ruslar var. İran’a karşı mı kullanacaksınız? Kasr-ı Şirin’den bu yana aramızda hiçbir sorun çıkmamış. E kime karşı kullanacaksınız? Rusya’ya karşı mı kullanacaksınız? Zaten silahı size veren o. Niye aldınız, neyin bedeli olarak aldınız, neyin bedelini ödediniz? Bu sorunun yanıtını şu ana kadar almış değiliz.
Arkasından tabii Türkiye’nin F-16, F-35 yedek parçalarının burada üretilmesi...Savunma sanayii orada ciddi sorun yaşadı. Dolayısıyla Türkiye’nin kendi savunması açısından içinde bulunduğu ittifakla birlikte hareke etmesi en doğru olanıdır.
Şöyle bir avantajı da var Türkiye’nin bu ittifak içerisinde kararlar oy birliği ile alınıyor. Sizin ülkenizin aleyhine bir şey olursa dersiniz ki , “Hayır ben buna karşıyım”. Türkiye’de 'Karşıyım' deyip, gidip orada imza atıyorsanız siz devleti yönetmiyorsunuz, yönetemiyorsunuz demektir. Oraya gittiğinizde egemen güçler ya da birileri sizi ikna edip imza attırıyor size. O zaman Türkiye’de niye konuşuyorsunuz? Buna benzer pek çok açmazımız var.
‘Beşli çete yurtdışına para kaçırıyor’ dediniz. Bunu biraz daha açmanız mümkün mü? Orada ne yapıyorlar bu parayı?
Beşli çete mensuplarının Londra’da çok büyük malikaneleri var, imkanları var, iş yerleri var. Paralarının büyük bir kısmı dışarda tutuyorlar, zaten bunu hepimiz biliyoruz, bütün dünya biliyor.
Şuna dayanıyorlar, “Erdoğan ailesi götürüyorsa, biz de götürürüz” diyorlar. Erdoğan ailesi götürmüyor mu? Götürdü. Man Adası’nı söyledik, belgeleri ile söyledik. Bankanın dekontlarını açıkladık. Banka “Bu dekontlar bize aittir” hiç demedi. Ama hakime telefon edip özel hakimler tayin edip, beni tazminata mahkum ediyor. Yargıtay’dan karar tersine çıkıyor, bu ısrar ediyor. Ama sonuçta ben bir dekont açıklıyorum, dekontu açıkladığım banka “Bu dekont bize ait bir dekont değildir” demiyor. Bitti o kadar. Onlar götürdüğüne göre, diğerleri de götürüyor. Kendi geleceklerini, güvencelerini yurt dışında arıyorlar. Paraları oraya götürüyorlar. Ne kadar götürdüler bilmiyorum ama bu devletin, onu bildiğini biliyorum.
Kaçış hazırlığı mı sizce? Yani altında ne olabilir?
Birden fazla neden olabilir. Yani tek başına bir kaçış hazırlığı dersek doğru olmamış olur.
Dışarıda yatırım yapıyorlar, yatırımlarını götürebilirler, dışarıda yerleşmek isteyebilirler. Aileleri kendilerini orada daha güvenceli hissedebilirler, paralarını, yatırımlarını oraya kaydırabilirler, bunlar olabilir.
Normalde benim bildiğim bir insan kendi ülkesine yatırım yapar, kendi ülkesinin büyümesini kalkınmasını sağlar. Elbette dışarıda da yatırım yapılmalı ama oradaki birikimlerin Türkiye’ye gelmesi lazım.
Temmuz ayında “beşli çete”nin size ulaşmaya çalıştığını, aracılar gönderdiğini söylemiştiniz. Bu durum devam ediyor mu ve aracılar kimlerdi?
Yok, hayır o şimdi açıklanmaz. Ama yok artık kesildi, o tweetten sonra kesildi.
KPSS sınavıyla ilgili yeniden tartışma yaşandı. Sorular sızdı, soruşturma başlatıldı. 2010 KPSS’nin ardından yaşananlar ve yeniden benzer sürece gelinmesi üzerinden bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Daha önce yaşanan da gene Erdoğan’ın yaptığı ortaya çıkan bir acı tabloydu. Daha sonra yeni isimler atandı. İşi ehline vermediler, gene getirdiler oturttular. O sınav sorularını bir şekilde birilerine pazarladılar ve sınavlar gerçekleşti.
Burada acı olan şu. Daha önce sınav sorularının çalınabileceğine ilişkin bir rapor olmasına rağmen, devletin namuslu bürokratlarının bu konuda rapor yazmalarına rağmen bunun hasır altı edilmesidir. Daha sonra olay ortaya çıktı, büyüdü, Erdoğan’ın da üstünü örtemeyeceği kadar büyüdüğü için, önce görevden aldı, sonra soruşturma açtı. Göreceksiniz hiçbir şey olmayacak. Usulen bir iki kişiye ceza verecekler, gidecek.
Bu şu anlama geliyor; bürokraside hak etmeyen kişileri belli yerlere getirirseniz o kişiler yasaların gereğini değil, kendilerini o koltuklara getirenlerin taleplerini yerine getirirler. Bozulma ve çürüme başlar.
Onu oraya getiren kişi, aynı zamanda “Şunları sor” diye telkin eden kişidir. Devlet bunları bilmiyor değil. Hepsini bilir. Bu devletin bir aklı vardır, bütün bu mekanizmaların nasıl geliştiğini, kimlerin atandığını, neler konuştuğunu bilir. Bunlar zaman içerisinde bütün ayrıntılarıyla kamuoyunun önüne koyulur umarım.
Sizden şu cümleyi duymuştuk: “Devletin kalbi hâlâ atıyor”. "Devletin Kalbi" nedir, kim veya kimlerdir? Size belge ulaştıran bürokratlar var, bununla bağlantılı bir şey mi?
Tabii 100 yıllık bir cumhuriyet. Bu 100 yıllık cumhuriyet birikimini siz 20 yılda yok edemezsiniz.
Yok etmeye çalıştılar. Bakanlıklardan başlayarak önemli kurumları yok ederek. Devletin akademisi diye tanımladığımız kurumları tümüyle tasfiye ederek, Maliye Teftiş Kurulu, Hesap Uzmanları Kurulu, Devlet Planlama Teşkilatı gibi devletin en seçkin bürokratlarının olduğu bu kurumlar tümüyle tasfiye edildi, yok edildi. Devlette kurumlar vasatlaştırıldı. Hatta nitelikli bürokratlar aşağılandı.
Örneğin büyükelçilere "monşer" diye hitap ettiler. Bunların yerine Dışişleri Bakanlığı ile hiçbir ilgisi olmayan pek çok, bürokraside tablolar yaşadık.
Bütün bunlara rağmen hâlâ devletin içerisinde son derece saygın, görevini iyi yapan, olumsuz yazılara, kendisini ya da devleti ileride zor duruma sokacak yazılara imza atmayan bürokratlar var. Bunlar devletin kalbidir. Ve bu kalp atıyor. Çünkü bunlar bir heyula gibi bürokrasinin üzerine çöktüler. Bürokrasiyi darmadağın ettiler.
Milli Eğitim’den başladılar Dışişleri’nden çıktılar. Adalet Bakanlığı’nda adalet diye bir kavram kalmadı. Şöyle bir örnek vereyim; Hakim Savcılar yasasında şöyle bir hüküm var: Bir hakim savcı seçime girer, bir daha kazanamazsa bir daha geri dönemiyor. Bu hüküm olmasına rağmen tam aksi, 15 Temmuz’dan sonra sınavlar açtılar. Partinin başkanı, yönetim kurulu üyesi olanları, bütün AK Partilileri aldılar, hakim ve savcı yaptılar. Yasanın ruhuna aykırı.
Bunlar adalet dağıtamazlar. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan atamalar, Yargıtay’a yapılan atamalar. İzmir, İstanbul gibi yerlere yapılan atamalar, CHP’li yöneticiyi nasıl mahkum ederiz diye özel hakim tayin etmeler. En son bizim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız için de getirildi, benim tazminat davalarım için de getiriliyor. Bakılıyor bir davaya, "Bunu bizim almamız lazım ve mahkum edilmesi lazım". "Hakim düzgün bir hakimse, hukukun üstünlüğüne ve vicdana göre karar veriyorsa bu işimize yaramaz" diyorlar. Onu atıyorlar bir köşeye. Oraya kendi bildikleri militan bir hakim getiriyorlar. Militan hakim de yukarıya bakıyor. Aldıkları talimatın gereğini yapıyorlar.
O nedenle adalet de büyük yara aldı. Baktığınız zaman, ama bütün bunlara rağmen adalet mekanizması içerisinde hukukun üstünlüğüne, vicdanına göre karar veren yargıçlar var. Bunlar bir köşede bekliyorlar. Yeri ve zamanı geldiği zaman layık oldukları yerlere gelecekler.
Erdoğan’a ödemeniz gereken tazminat davalarının tutarı ne kadar oldu?
Hiç hesaplamıyorum, bilmiyorum. Ahlaki olarak şöyle olması lazım; nihai karardan sonra paranın istenmesi lazım. Bunlar nihai karara kadar bekleyemiyorlar. Bekleseler ben kazanacağım. O nedenle alt mahkemede kazanır kazanmaz "Derhal parayı öde" diyorlar. Biz de götürüp mahkemenin veznesine yatırıyoruz. Kazanınca da geri alıyoruz.
En son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde haklılığım kanıtlandı. 13 bin Euro aldım. (Gülerek) İyi param var şu anda.
Basına yönelik baskılar var. DW ve Amerika’nın Sesi’ne yönelik getirilen erişim yasağı Türkiye’de devam ediyor. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?
Bir siyasal iktidar medyayı korkulacak alan olarak görüyorsa gerçeklerle yüzleşmek istemiyor demektir. Sizin güzel bir sözünüz var, "İnsanın köpeği ısırması haberdir" diye. Medya siyasal iktidarın göremediği, toplumsal çıkar açısından siyasal iktidarın görmesi gereken olayı yazıyor. Medyanın varlığı en çok siyasal iktidarın işine yarar. Akıllı bir yönetim bunu böyle yapar.
Bağımsız bir medya olur, benim hatamı rahatlıkla yazar, ben o hatayı tekrar etmem. Ya da bir yerde bir olay olmuştur, o olaydan benim haberim yoktur, medya süratle alıp gündeme getirmiştir, biz de süratle oraya müdahale ederiz.
Yasaklar hiçbir siyasal iktidara artı kazandırmamıştır. Yasak bir siyasal iktidar açısından kaybetme sürecinin başlaması demektir. Yasak getiriyorsanız artık ben ülkeyi yönetemiyorum, lütfen konuşmayın, hatalarımı dillendirmeyin, eksiklikleri, yolsuzlukları dillendirmeyin, kayırmaları dillendirmeyin demektir. Yasak başka ne için olabilir? Siz bir haber yapıyorsanız ve doğruysa, bu haberi beğenseniz de beğenmeseniz de gerçek acı da olsa gerçekle yüzleşeceksiniz. Medya siyasal iktidarın gerçekle yüzleştiği bir alandır. O alan ne kadar büyük olursa siyasal iktidar da o kadar rahat eder. Ama siz yasaklarsanız, daraltırsanız bu sefer gerçekler fısıltı medyası olur. Fısıltı medyası ise bir iktidarın hiç istemediği medya mecrası olur. Ama oraya zorluyorlar.
Türkiye’den ayrılmak zorunda olan çok sayıda gazeteci var... Sizin olası iktidarınızda bu gazeteciler yeniden Türkiye’ye dönebilecekler mi?
Rahatlıkla dönebilecekler ve rahatlıkla bizi eleştirebilecekler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez Cemevi'ni ziyaret etti ve sonrasında Hacıbektaş’a gitti. Öncesinde cemevlerine bir takım saldırılar var. Sizce, bu sırf seçim amaçlı ziyaret mi, Alevi-Sünni çatışması üzerinden bir gerginlik yaratılmaya çalışılıyor da Erdoğan buna karşı bir tutum mu alıyor?
Eskiden Cumhurbaşkanları zaten giderlerdi. Ben bürokratken Ahmet Necdet Sezer’i biliyorum. Allah rahmet eylesin Süleyman Demirel de giderdi.
Erdoğan gelmiyordu. Bu sefer geldi. Olabilir yani. Oraya gitmesi, topluma sıcak ve güzel mesajlar vermesi, o iklimin atmosferine uygun mesajlar vermesi güzel bir şey. Herhangi bir karşıtlığım yok. Keşke sürekli olabilse.
Biz eskiden Mevlana’ya giderdik. O da gelirdi. Konuşmalar yapardık o atmosfere uygun olunca. Bir defasında ben bir konuşma yapınca "Kılıçdaroğlu gelmesin" dediler.
Anadolu kültürünü, tarihsel derinliği içerisinde bizim topluma anlatmamız lazım. Topluma anlatacak olan siyasetçilerin o gün sıcak siyaset değil, gelecek ufku çizmeleri lazım. Mevlana da olabilir, Hacı Bektaş-ı Veli de olabilir. Bütün bunlar siyasetçiye toplumu kaynaştırma fırsatı veriyor. Bu alanlarda, siyasetçi tarafından toplumun barışması, kucaklaşması için mesaj vermeleri gerekiyor. Bu mesajların verildiği alan olarak, güzellik olarak görüyorum.
Erdoğan, SSK Genel Başkanlığı döneminizden sizi sık sık eleştiriyor. Genel müdürlüğünüz dönemine ilişkin “Bir hastane yaptın mı?” çıkışı var...
Arkadaşlarımız benim dönemimde yaptıklarımı çıkarmışlar. (Kılıçdaroğlu, üçü büyük tadilat olmak üzere, kendisinin genel müdürlüğü döneminde yapılan 44 SSK hastanesi, dispanser ve diğer sağlık birimlerinin listesini gösterdi). Tabii beni hayrete düşüren bürokrasinin nasıl çalıştığını bilmemesidir. Orası zaten bağımsız bir kurum ve yatırım yapıyoruz. Türkiye’nin en büyük hastanelerini yapan zaten Sosyal Sigortalar Kurumu. O gelenek benden önce de vardı, benim zamanımda da oldu.
Erdoğan dünyadan habersiz. Kendi iç dünyasında bir şeyler söylüyor. Ciddiye alınacak birisi değil. Bütün bu hastanelerin tamamını ihalelerle yaptık. Bütün ihale dosyalarını Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonu’na götürüp veren tek genel müdür benim. O zaman KİT Komisyonu’nda tartışma olmuştu. Ben de bütün ihale dosyalarını bir kamyona yükledik getirdik, "Buyurun araştırın, varsa bir kusurunuz çıkarın" dedik. "Bir şey yoktur" diye rapor verdiler. Zaten bir şey bulsalardı kıyameti kopartırlardı. (BBC TÜRKÇE)