Kılıçdaroğlu ve Deniz Gezmiş

"sandıksal demokrasi"den umudunu kesince, Deniz'ler gibi "şehir gerillacılığı" ve "silâhlı propaganda" yöntemini benimseyerek, devrimlere yelken açtı. Annelere şu tavsiyelerde bulunuyor: "Çocuklarınıza daha güzel bir Türkiye bırakmak istiyorsanız, onlara 'Bu ülkede Deniz Gezmiş ve arkadaşları bağımsız, özgür bir Türkiye için mücadele ettiler, sen de örnek al ve sen de bağımsız Türkiye için mücadele et' deyin ki, yeni nesil Deniz Gezmişler'in yolunu açalım."

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilmemeleri gerektiğini savunabilirsiniz. Ama, gençlerin, onların çizgisinde yetişmesini istemek, şiddet eylemlerine prim vermekten başka bir şey değildir. Maalesef Deniz Gezmiş ve arkadaşları, antiemperyalist mücadelelerini gerçekleştirmek için, orduyla da el ele tutuşmuşlardır. O tarihte ağızlarda "2. Kurtuluş Savaşı" lâfları dolaşıyordu. Bu gençlik, Atatürk'ün izinden gittiğini ve yarım kalan devrimi tamamladığını sanıyordu. Gençliği kışkırtan kalemler Devrim gazetesinde toplanmıştı. Aynı gazetede Uluç Gürkan'ın Deniz Gezmiş'le yaptığı bir röportaj var. Şöyle diyor Gezmiş: "Eylemci olarak devrimci mücadeleye katılmak, Mustafa Kemal'in bize yüklediği bir görevdir. Türkiye, ilk Kurtuluş Savaşı'ndan 50 yıl sonra tekrar yarı sömürge durumundadır. Bugün, Türkiye'de, Kemalist devrimin bekçiliğini yüklenen güçler arasında, başta ordu, 27 Mayıs'ı yapan güçlerin önemli bir yeri var. Antikemalist karşı devrim hareketine karşı, gençlik, bütün zinde güçlerle el eledir."

Şimdi kalkmış, Deniz Gezmiş'in arkadaşları, kendilerinin Milli Demokratik Devrim çizgisinde olmadıklarını, askerle işbirliği yapmadıklarını anlatmaya çalışıyorlar. O zaman niçin deniz Gezmiş "Ordu ve 27 Mayıs'ı yapan güçlerle gençliğin el ele olduğunu" söylüyor?

Devrim gazetesi, "Gençlik eylemlerinin amacı köhne düzeni değiştirmektir" diye manşetler atıyordu. Aynı dönemde, 69 denizci subay, devrimci gençlikle el ele olduklarını ve Mustafa Kemal'in devrimini devam ettirdiklerini bir bildiriyle açıklamıştı (Aralık 1969): "...Durur muydu Milli Kurtuluş Savaşımız. Bu savaş şunun bunun değil ki dursun. Bu savaş senin, bu savaş ezilenlerin, bu savaş Mustafa Kemal'in savaşı. Meydan boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi, mermilerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş yeter size. Milli kurtuluş savaşımızın en büyük dayanağı yiğit halkımızsa, onun yumruğu devrimci gençliktir. Onun yumruğu bizleriz. Devrimciler ölür, devrimler sürer."

Bu subaylardan 5 teğmen, bildirinin yayınlanmasından sonra emekliye sevk edildi. Emekliye ayrılanlardan biri Sarp Kuray'dı ve eski 27 Mayısçı, Milli Birlikçi İrfan Solmezer'le ilişki halindeydi. Orhan Kabibay cuntasında yer alan İrfan Solmazer, denizciler arasında faaliyet gösteriyordu.

Hülasa, Deniz Gezmiş'in böyle de bir bagajı var. Tabii buna, banka soygunu, adam kaçırma gibi şiddet eylemlerini de ilâve etmek gerekir. "Devrim" derken, Türkiye'de Baas benzeri bir rejim kurulması amaçlanıyordu. Hasan Cemal, bu rejimi şöyle anlatıyor: "Antiemperyalist, Marksizm'den etkilenmiş devletçi, milliyetçi bir hareket. İçinde hem Marksizm vardı, hem Kemalizm. Önce emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı Milli Demokratik Devrim gerçekleştirilecekti, sonra kapitalist olmayan yoldan milli sosyalizm kurulacaktı. Ve bu işler Irak'taki, Suriye'deki gibi tek parti yönetimleriyle, ya da Doğan Avcıoğlu'nun deyişiyle, kadife eldiven içinde demir yumruklu disipline dayalı bir dikta ile yapılacaktı. Çünkü seçim sandığı her seferinde gerici güçleri, yani emperyalizmin işbirlikçilerini iktidara taşıyordu."

Kılıçdaroğlu, şiddete başvurarak, demokrasiyi yıkıp, dikta rejimi kurmaya çalışanları mı Türk gençliğine örnek gösteriyor.

(Sabah gazetesinden alınmıştır)