Kılıçdaroğlu, Şahin'in istifasını geciktirdi...

Nedenlerini de kendimce izah edip dün 'CHP İçişleri Bakanı'nı desteklemeli' diye yazdım ama bu sabah haberlerinde Sayın Kılıçdaroğlu'nun İçişleri Bakanı'nı yerden yere çalan açıklamasını okuduk. Başbakan, İdris Naim Şahin'i hemen görevden almalıymış. Demek ki daha pek çok çamlar devrilecek olsa da Bakan yerinde kalacak... 'Kılıçdaroğlu istedi diye bakan mı görevden alınırmış?' diyenleri duyar gibiyiz...

Tahminleri sıralayalım: İdris Naim Bey'in hakkında yazılıp çizilenlerden alınıp istifa etmesi... İyi de Bakan Bey sizce 'alıngan' biri izlenimi veriyor mu? 'Beni yanlış anlıyorlar' derken bile gözlerinin içi gülümsemiyor mu? Belki de kendi partisi içindeki muhalefete alınmıyordur ama 'kızıyor' olabilir.

Böyle duygusal nedenler aramaya da gerek kalmadan, açık açık Başbakan'ın isteğiyle değil belki ama 'gitmesi uygun görülerek' istifaya mecbur bırakılabilir.

Rivayet muhtelif; Başbakan'ın 'kolay kolay adam harcamayacağından' başlayıp, Bakan'ın özellikle Karadenizliler nezdinde topladığı sempatiden de dem vuruluyor.

Asıl konumuza dönmekte yarar var: Gafların ardında yatan ruh halinin geleceğe nasıl etki edeceği ihtimallerinden çok, mesele, neredeyse eğlenceli bir dedikoduya dönüştürülüyor. Hepimizin çevresinde aklıyla dili arasında irtibat olmayan sevimli insanlar yok mudur, diye düşünenlerimiz bile var.

Kayseri'deki terör, meselenin eğlencenin ötesinde olduğunun en güncel işaretidir. Deneyimli siyasetçiler ise 'güncel'in aslında 'geçmişteki ayna' olduğunu gayet iyi bilirler. Uygulanması ertelenen doğru kararların bedeli gelecekte ödenmez mi? Geleceğe bırakılan bedelleri bugünden görebilenler, geçmişin aynasına sık sık dönüp bakanlar arasından çıkar. Kemal Tahir düşüncesini bilenler, buna 'Tarihi Gerçekçilik' dendiğini de bilirler. Geçmişe yaslanıp geleceğe baktığımızda, İçişlerimiz ile Dışişlerimiz arasında bir insicam (uyum) beklentisi içinde olmak ve zaman geçtikçe bu basit beklentinin bile karşılanmaktan uzak olduğunu anlamak tuhaf bir duygu...

Algılamanın olmazsa olmazı: Süreklilik...



Eczacıbaşı markasına en önemli katma değeri getirmiş, markanın itibarı sürekli yukarı çekmiş olan ana proje, hiç şüphesiz başta müzik olmak üzere İstanbul festivalleri ve İKSV'dir...

40 yıl sürdürdüğünüz ve de sürdürmeye niyetli olduğunuz bir sosyal sorumluluk atağınız varsa elbette bu 'başarıyı' 40 gün 40 gece düğün havasıyla kutlamak da hakkınızdır. Eczacıbaşı, 'Eczacıbaşı, İstanbul Festivallerini gönülden destekliyor. / Tüm çalışanlarıyla 40 yıldır' mesajıyla 'İKSV Öncü Sponsorluk' iletişim kampanyasını kamuoyuyla paylaşıyor...

Rahmetli Nejat Eczacıbaşı'nın öncülüğünde kurulan İKSV'ye desteğini ihmal etmeyen Eczacıbaşı Ailesi, iletişimin 'Üç C'sinden biri olan 'Süreklilik' ilkesine sonuna kadar uyarak 'adanmışlık' ve 'kararlılık'ın ardından 'katılımcılık' ilkesine de özel vurgu yapıyor.

Tüm çalışanların festivallere desteğini, katılımını gözler önüne sermeyi hedefleyen bu 'iletişim kampanyası', aynı zamanda tam anlamıyla bir 'sahip çıkma' kampanyası... Her bir Eczacıbaşı çalışanına tek tek dokunan, hepsiyle temasta olduğunu hissettiren, 40 yıllık bu müthiş serüvende onların desteğiyle var olduklarının altını çizen bu kampanya şimdilik sadece internet ortamında başlatılmış gibi görünüyor. () Eczacıbaşı çalışanlarının minik fotoğraflarından oluşan, isimlerinin aranmasına izin veren 'e' logosu da, web sitesindeki film de çok hoş... Bence Eczacıbaşı olayı İKSV'nin etkinliklerini izlemiş ve izleyecek olanlara da yaymalı. Onlardan biri olarak, bizlerin de o 40 yıllık başarıda karınca kararınca katkımızın olduğunu düşünüyorum...

Türkiye'yi okuma kılavuzu



İki yılda bir Türkiye'yi Anlama Kılavuzu Araştırması'nı gerçekleştiren Ipsos KMG bu araştırmaların beşincisini Aralık 2011'de tamamlamış. Türkiye'de 14 yaş üstü olan 15.953 kişiyle görüşülen araştırmada önce, yaşadığımız ülkeyi 'okuyabilmek' adına şu çok anlamlı sonuçları görelim:

Toplumun başlıca aktivitesi %84 ile TV seyretmek; vatandaşlarımızın %39'u en az 2 haftada bir akrabalarını ziyaret ediyor; %47'si hafta sonları evinde oturuyor, yakın yörelere seyahati düşünmüyor; hiçbir zaman kişisel gelişim kurslarına gitmeyenlerin oranı %87; %38'i ailesiyle dışarı yemeğe çıkmıyor; %34'ü ise iki ayda birden daha seyrek çıkıyor; %96'sı hiç opera veya baleye; %80'i hiç tiyatroya %73'ü ise hiç konsere gitmemiş; %46'sı hiçbir zaman yürümek, koşmak, jimnastik yapmak gibi fiziksel aktivitelerde bulunmuyor; %28'i ise hiç gazete okumuyor; Türkiye'de insanların %68'i internette sörf veya 'chat' yapmıyor, %59'u hiç bilgisayar oyunu oynamıyor; %58'i hiçbir zaman facebook, twitter vb. sosyal ağları kullanmıyor; Türkiye'de insanların %94'ü yurtdışı, %45'i ise yurtiçi tatil amaçlı seyahate çıkmıyor; %45'i hiç kitap okumuyor; %56'lık bir kesim fotoğraf çekmiyor ve hiç sinemaya gitmiyor.

Tablo budur... Şimdi buna bir de aynı kuruluşun 'Yaşam Trendleri ve Tutumlar Araştırması' sonuçlarını ekleyin (Bkz. AKŞAM 07.05.2012)... Bu iki araştırma sonuçlarını eklemleyip adam gibi okumadan Türkiye'de ne ticaret yapılabilir ne de siyaset...



(Akşam gazetesinden alınmıştır)