‘ATATÜRK’ÜN HUSUSİYETLERİ’ DEĞİŞEBİLİR Mİ?
Şimdi bir an için durup düşünün lütfen: Elinize aldığınız ve okuduğunuz bir kitabın bir başka nüshası farklı olabilir mi? Aynı başlık altında farklı bir metin okumakta olduğunuz hiç aklınıza geldi mi? Hayır mı? O halde gelsin!
Tamam, itiraf ediyorum, benim de hiç aklıma gelmemişti doğrusu. Elbette ben de biliyorum; yazarlar hayattayken kitaplarının yeni baskılarını yaparken bazen eklemeler ya da çıkarmalar, değişiklikler yapabilirler. Bu bakımdan yeni yeni baskılar birbirini tutmayabilir, biraz dikkatli olmak gerekir. Aradaki farklara işaret etmek gerekir. Zaten bunları daha önce de yazmıştım. Ama burası Türkiye kardeşim, rafta üst üste ya da yan yana duran kitaptan bir tanesini çekip aldınız, bakalım geride kalanlarla aynı metne sahip olan bir nüsha mı bu, eksik mi, fazla mı? Pek çok okuyucunun ‘yok artık daha neler’ dediğini de duyar gibiyim. Peki, sizleri daha fazla merakta bırakmadan esas konuya giriyorum artık.
Kitap aynı içeriği farklı
Meselâ Kılıç Ali’nin anılarını okudunuz mu? Meselâ “Atatürk’ün Hususiyetleri” başlığını taşıyan Atatürk ve Atatürk devri anılarını okudunuz mu? Tamamını okumamış olsanız bile, şimdi oturup birkaç örnek yazsam, ‘a ben bunları zaten biliyorum’ diyeceksiniz, çünkü bu anılardan o kadar çok alıntı ve aktarım yapılmıştır ki, esas kaynak bir anlamda unutulup gitmiştir. Ama hayır, sakın piyasada aramaya kalkmayın, çünkü satıştan çoktan kalkmış bir kitaptan söz ediyoruz. Sel yayınları tarafından 1955’te yayınlanan anı kitabından. Artık sadece sahaflarda bulunabilir bir cep kitabı. Bilmem, bazen sizin de başınıza gelir mi, az bulunur eski bir kitapla karşılaştığınızda hafızanızı yoklarsınız, acaba kütüphanenizde var mı diye ama bazen hatırlayamaz ya da yanlış hatırlar ve bir tane daha satın alırsınız. Eve gelirsiniz ki, aynı kitaptan vardır. Aynı kitaptan mı? Durun, acele etmeyin. Meslekdaşım Hakan Erdem’le bazı bazı böyle fazla kitapları takas ederiz, birbirimize hediye ederiz. Geçende Hakan Erdem, Kılıç Ali’nin anılarından kendisinde iki tane olduğunu söyledi. Sonra daha da garip bir şey söyledi; elindeki iki nüshanın farklı sayfa sayıları olduğunu. Sonra benim kütüphanemdeki nüshaya baktık. Biriyle tutuyordu, fakat diğeri azıcık farklı görünüyordu. Hakan, iki nüshayı karşılaştırma görevini bana bıraktı.
Metin iki kez dizilmiş
İlk itirazı anlıyorum; farklı baskılardan söz ettiğimizi düşünüyor olmalısınız; ama hayır, kesinlikle aynı baskıdan söz ediyoruz. Her iki nüshanın başında da aynı baskı tarihi var: 10 Mart 1955. Fakat daha ilk sayfalarda bile fark var: Bir nüshada hem Kılıç Ali ve hem de yayınevinin yeni atılımı olan Atatürk Kütüphanesi hakkında iki farklı yazı varken, bir diğer nüshada bu iki yazıdan da eser kalmamış. Sonra esas metin başlıyor; dikkatli bir gözle karşılaştırınca, tuhaf bir başka özellik keşfediyoruz, metnin sayfa numaraları da tutmuyor; bir nüsha bir sayfa daha uzun. O zamanki dizgi koşullarında bu şu anlama geliyor: Mürettiphanede aynı metin iki defa ve farklı zamanda dizilmiş. Ama neden? Bu soruya doyurucu bir yanıt verme imkânı yok. Acaba hangi metin ilk dizilendir; bunu da yanıtlayamayacağım. Belki de ilk dizilen metin basıldı ve o kadar hızla satıldı ki, yayınevi çok kısa süre içinde yeniden baskı kararı aldı. Fakat belki de matbaada ihtiyaç olduğundan kurşun dizgi kalıpları bozulmuştu ve aynı kalıplarla baskı imkânı artık kalmamıştı. Yapacak başkaca bir şey de olmadığından, yeniden dizgiye geçildi ve bu kez aynı sayfa düzeni de tutturulamadı. Buraya kadar mantıklı bir açıklamamız var. Ya sonrası?
İki kitap arasındaki fark
‘Farklı sayfalarda da olsa aynı kitap, aynı metin’ diyenlere de bir de küçük sürprizim olacak: Aynı kitap, ama hayır, metin farklı! Bunun için biraz sabırla iki metni dikkatlice gözden geçirmek gerekir. Ben de öyle yaptım ve sonuç şaşırtıcı: Baştan itibaren metnin tamamı aynı; fakat kitabın sonlarına gelindiğinde, iş birden değişiyor. Kitabın “Atatürk Kendisini Öven İnsanları Hiç Sevmezdi” bölümünde, hani şu ilk iki sayfası eksik olan nüshada, birden bir paragraf eklemede bulunulmuş; bu kısım diğer nüshada bulunmuyor:
Atatürk'ün güreş merakı
“Atatürk çok mütevazi bir insandı. Milletiyle o kadar haşır neşir olmuş, milletin kalbinde tevazuiyle sevgi ve saygı ile öyle bir yer almıştı ki, bu sevgi ve saygıyı artık milletin kalbinden söküp çıkarmak hiçbir zaman mümkün olamayacaktır.” Bu cümleleri hangi nüshayı okumakta olduğunuza göre hiç göremeyebilirsiniz. Yine bu nüshanın sonradan yeniden dizildiği o kadar belli ki, meselâ 25. kısım başlığı 26. kısım olarak yanlış dizildiğinden bir atlama da olmuş gibi görünüyor; yoksa metnin bu kısmında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
İlk iki sayfasında Kılıç Ali’yi tanıtan ve gelecek yeni yayınlardan bahsedilen nüshada yer alan “Atatürk’ün Sevmedikleri, Hoşlanmadıkları ve Güreş Merakı” başlıklı otuz birinci kısım, diğer nüshada hiç yok! Diğer nüshada bulunmayan “Atatürk’ün Geçirdiği İlk Rahatsızlık” ile “Atatürk’ün Hastalığına Dair İlk Belirtiler” (otuz ikinci ve otuz üçüncü kısımlar) başlıklı anıları da ancak bu nüshada bulabiliyoruz! Diğerinde bu kısımlar hiç yok! Hadi gelin de çıkın işin içinden.Hani bilmeceler vardır; iki çok benzer resim arasındaki genellikle yedi farkı bulmanız istenir ya, bizimki de o hesap işte. Farkları bulmaya devam edelim isterseniz: Bir nüshanın sonunda yeni yayınlara abone olmak isteyenler için hesap numarası verilen ilân sayfası da, bir diğerinde yine hiç yok, kaybolmuş. Ama bunlar hep dikkat edildiğinde ortaya çıkan farklar. Yoksa her iki nüshanın da ön ve arka kapağı aynı, hiçbir değişiklik yok. Yani aradaki farkı bulabilmek neredeyse imkânsız.
İyi ama, neden böyle?
Güzel soru, ama yanıtı sadece spekülasyondan ibaret olacak. Kılıç Ali, bu nüshalar yayınlanırken elbette hayattaydı. 1971’de öldü. Bu bakımdan her iki nüshayı da gördüğünü tahmin edebiliriz. Acaba son anda bir şekilde metnin sonunu değiştirmek mi istedi? Belki de kitap basılmıştı ve çok geç kalmıştı. Ama belki ısrar etti. Özellikle belki de sonradan atılan kısım içine sinmemişti ve çıkarmak istemişti. Sözünü ettiğim küçük ilâvenin dışında, Atatürk’ün son günlerinden söz ederek anılarını bitirmeyi tercih etmişti. Çıkarmak istediği ve sonradan metinden atılan kısımda fiziksel özellikleri de detaylı olarak anlatılarak bir bakandan söz ediliyordu. O tarihte bu kişinin kim olduğunu herhalde epey kimse tahmin edebilecekti. Belki de duyuldu ve bir rica üzerine çıkarılmasına karar verildi.
Vali Gedeleç bölümü tamamen çıkarılmış
Birinde çıkarılmış, ama diğer nüshada yer alan kısımda bir validen, Bursa valisinden söz ediliyor; sonradan müsteşar da olan bir validen. O kadar iyi tanımlanmış ki, bugün de hemen ismini söyleyebiliriz kolayca: Kılıç Ali, Atatürk’ün hiç hoşlanmadığı bu kişiden söz ederken, Bursa’daki Çelik Palas’ın inşasından önceki bir vali olduğuna işaret ediyor. Demek ki, hem Bursa valisi ve sonra da müsteşar olan kişi olsa olsa Hasan Kemâl Gedeleç olabilir; önce Bursa’da valiydi (1924-1926) sonra başbakanlık müsteşarı olmuştu. Anılarda adı geçmeyen bu kişinin Gedeleç olduğundan adım gibi eminim; çünkü hem Bursa valisi, hem de müsteşar olan tek kişi odur. Ayrıca Çelik Palas 1935’de inşa edildiğine göre bu tarihe kadar olan valiler arasından eleme yapmak gerekir. Gedeleç, Atatürk’ün ölümüne kadar müsteşarlık görevini sürdürdü ve ardından İnönü’nün cumhurbaşkanlığında onun genel sekreteri oldu.
Bursa Çelik Palas şifresi
Neden 1935 yılı öncesiyle ilgilendiğimizi de açıklayayım: Kılıç Ali, ilgili kişinin Atatürk’ün bugünkü Çelik Palas’ın yerini beğendiğini görünce, hem Bursa’da Çelik Palas’ın arazisini ucuza satın aldığını ve hem de Ankara’da müsteşar olduktan sonra da İstanbul’da epey arsa satın aldığını yazmakta ve Atatürk’ün de İsmet İnönü’nün müsteşarından açıkça ve herkesin ortasında şikâyetçi olduğunu bildirdiğini açıklamaktadır. Tipik Kılıç Ali dedikodusu da olabilecek bu açıklamanın, daha sonra metinden neden çıkarıldığını tabiî bilemeyiz. Belki de adı geçen kişinin ifşa edilmesinin doğru olmadığını düşünmüştür. Nitekim Gedeleç bu tarihte henüz hayattaydı. 1962’de öldü. Belki Kılıç Ali’nin hayatta olan oğlu Altemur Kılıç bu konuda babasından dinlemiş olabileceği bir açıklamayı aktarabilir. Son bir soru daha: Acaba içinden bu kısmı çıkarılan nüsha imha mı edilecekti ve bir şekilde yeniden basılan nüshaların arasına karıştı da, piyasaya mı yayıldı; yoksa iki nüsha yan yana mı satışa çıktı? Eskiden ‘okuduğunuz her şeye inanmayın’ demeyi yeterli görürdüm; artık bundan sonra ‘o kitabın hangi nüshasını okudunuz’ diye mi sormalıyım, ben de bilemedim!
PEKİ, YA KİTABIN SON BASKISINDAN NE HABER?
Evet, kitabın yeni baskısı İş Bankası yayınlarından tam elli yıl sonra 2005’de yapıldı. “Kılıç Ali’nin Anıları” başlığı altında. Kılıç Ali’nin bütün anılarını içeriyor. Ne var ki, Hulusi Turgut’un derlediği bu metin ‘yeniden elden geçirilmiş’. Yani Kılıç Ali’nin görmeye fırsat bulamadığı bir son metinden söz ediyoruz artık. Ama bir de ne görelim; 1955 baskısındaki metin yeniden değiştirilmiş; öncelikle metin ‘türkçeleştirilmiş’, ardından ara başlıklar değiştirilmiş; daha ilk cümlede orijinal metinde olmayan eklemeler yapılmış bile! Anlaşılan derleyen gönlünden geçen gibi bir metin ortaya çıkarmak için, orijinal metinde istediği gibi değişiklikler yapma hakkını kendisinde görmüş! Haydi hayırlısı diyoruz ve merakla devam ediyoruz: 1955 yılında basılmış anılarla karşılaştırıldığında hayli ‘zenginleşmiş’ bir metin okumakta olduğumuzu fark ediyoruz. Herhalde Kılıç Ali, ilk baskıda daha az anısını dile getirmişti; çünkü yenisine yazdığı önsözde en yakın dava yoldaşları hakkında dahi gerçekleri açıklamakta ve eleştirilerini de eksik etmemekte kararlı olduğunu belirtmiş. ‘Kimse kusura bakmasın’ demeye getiriyor. İyi de derleyen orijinal metnin kimi kısımlarını yeni metne hiç almamayı tercih etmiş! Nitekim Bursa valisinin macerası da yeni basımda yer bulmamış! Acaba yeni eklenen kısımlar orijinaliyle ne ölçüde uyum içinde? Bildiğimiz eski orijinal kısımlarda bu kadar fark varken, bilmediğimiz kısımlar için sadece kuşku duyabiliriz artık. Tarihçiliğin ne denli zor zenaat olduğunu bilmem anlatabildim mi, efendim?
(Star gazetesinden alınmıştır)