Avrupa Birliği yarın Türkiye’ye “Hadi gel kardeş, inattan vazgeçtik, seni üye yapıyoruz,” dese Erdoğan akşam olmadan Brüksel’dedir.
Ama aynı Erdoğan Kıbrıslı Türklerin AB’ye giden yolunu kapattı. Ve onları, eğer siyasi yelpaze coğrafya olsa çölleri temsil edecek olan aşırı milliyetçilerin ve dincilerin eline teslim etti. Türkiye’nin son Kıbrıs zirvesinde masaya koyduğu önerilerin dünyaya (ve Kıbrıslılara) verdiği mesaj şudur:
“Ben artık Kıbrıs sorununu görüşmeler yoluyla çözmekten vazgeçtim. Bu nedenle masaya kabul edilmeyeceğini bildiğim önerilerle geldim. Adanın elimde tuttuğum yüzde 37’si için başka planlarım var. Oradaki Kıbrıs Türk toplumunu azınlığa düşüreceğim, Türkiye kökenlilerle bana sadık bir çoğunluk oluşturacağım, KKTC’yi, başta bağımsız yargıyı bağımlı yaparak, TC’ye benzeteceğim ve ilk fırsatta ilhak edeceğim.” Türkiye’nin Cenevre’de masaya koyduğu “iki ayrı devlet” önerisinin kabul edilmeyeceği kesindi.
Türk tarafı demiyorum da Türkiye diyorum çünkü artık Kıbrıslı Türkler otonom siyasi bir iradeye sahip değildirler. Adadaki muazzam gücünü kullanarak cumhurbaşkanını, başbakanı Türkiye seçtirdi. Bunlar da bütün kabine üyeleri ve üst düzey bürokratlar da Ankara’nın emrindedirler. Muhalefet partileri de eşit derecede sindirilmiştir. İki ayrı devleti başta Rumlar kabul etmez çünkü bu adayı kendileri ile Türkiye arasında bölüşmek olur. Birleşmiş Milletler (BM) de kabul etmez. Sebebi çok açıktır. KKTC’yi tanımanın uluslararası arenada anlamı şudur: Bağımsız bir devletten savaşla bir parça kopartıp orada yaşayan azınlığa devlet kurdurmak mubahtır.
O zaman Rusya’nın Kırım’a, İsrail’in Filistin topraklarına, Ermenistan’ın Azerbaycan’ın bir bölümüne el koymasına laf edilemez. KKTC’nin bugüne kadar hiçbir devlet tarafından tanınmamasının arkasındaki basit gerçek budur. Bütün ülkeler, zor kullanılarak azınlıklara devlet kurdurulmasını teşvik edecek bir teamül yaratılmasına karşıdır. Kendimizi kandırmaktan vazgeçelim: Bizim için bir barış ve kurtuluş harekâtı olan 1974 müdahalesi dünyanın geri kalan kısmı için bağımsız bir devletin bir bölümüne zorla el konulmasıdır.
Bunu iki devlet önerisini hazırlayan dâhiler benden daha iyi biliyorlar. Ama bile bile önerilerini sundular: amaçları yeni bir müzakere zemini hazırlamak değil, müzakere olgusunu bertaraf etmekti. Ve malum mekanizmaları harekete geçirerek kabahati Rumların üstüne yıkmaktı. Sonuç; Kıbrıslı Türklerin çözümsüzlüğe, müflis KKTC’ye mahkûm olmaları, dünyadan kopuk bir çıkmaz sokakta yaşamlarını sürdürmeleridir.
Bundan sonraki seçimlerde – ki tarihi Ankara’da tayin edilecektir – Türkiye, Ulusal Birlik Partisi ile Türkiyelilerin kurduğu Yeniden Doğuş Partisi’ne seçim kazandıracak, bunlar da Türkiye Kıbrıs için ne öngörüyorsa onları yapmaya girişeceklerdir. Türkiye’yi suçluyor gibi görünüyor olabilirim, ama gerçek suçlunun Kıbrıslı Türkler olduğunu çok iyi biliyorum. Yok olmak üzere iken önlerine çıkan fırsatı nimet bilemediler. Kendilerini yönetme becerisini gösteremediler. Dünyadan kopuk bencil, cahil, çağ dışı, talanla zenginleşen bir insan grubu hâline geldiler.