BM, AB ve ABD belli ki 54 yıldır gündemlerini işgal eden, enerjilerini tüketen Kıbrıs sorunundan bıkmış durumda. Yavaş yavaş su yüzüne çıkıyor bu bıkkınlık.
ABD şimdilik, kapağı kapalı ve içindeki suyun yavaş yavaş kaynamaya başladığı bir tencereye benzemeye başladı. Kısık ateşte için için ısınıyor. Bir gün kapağını fırlatacağı kesin. Bütün ilgisi kendi iç sorunların yoğunlaştı bu günlerde. Kongre’deki muhalefet kanadı Trump karşıtları ile bir blok oluşturabilirse, ABF hükümeti ilk kez parasız kalacak, dükkan kapatan müflis iş adamları gibi Maliye’nin kapısı kapanacak. Bundan birkaç yıl evvel Başkan Obama aynı duruma düşmüş ve kıl payı ile bu badireyi atlatmıştı ancak Başkan Trump’ın işi daha zor gözüküyor. O yüzden de öncelikli işler sıralamasında Kıbrıs bayağı gerilere düştü. Kimsenin de umurunda değil artık. Menendezler, Bisbirakisler, Bidenler eskisi kadar etkin ve güçlü değiller.
BM ise Kıbrıs konusunu bıkkınlıktan, elinin tersi ile bir kenara itmiş durumda. Müzakere masasına geri dönüş için bir girişim veya da düşünce yok BM’nin üst düzeyinde. Eide’nin istifası ile boşalan BM Genel Sekreteri Kıbrıs özel Danışmanlığı makamına atama yapılması bile şimdilik düşünülmüyor. Halk tabiri ile “Allah Kerim, zamanı gelince bakarız” havasındalar. Şimdilik Eide’nin yerine çırağı BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve BM Misyon Şefi Elizabeth Spehar bakacak.
Rum tarafının yöneticilerini tümü o kadar açıkgöz ki, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel Temsilcisinin, kendilerinin de üyesi olduğu Avrupa Birliğine üye bir ülkeden seçilerek atanmasını istiyorlar. Müzakere masasında AB taraf olsun, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Temsilcisi AB’den olsun, sorun varsa Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde görüşülsün istiyorlar. İstiyorlar da bizim haklarımızı, Türkiye ile KKTC’nin haklarını kim koruyacak veya savunacak herhalde çok önemli değil.
Aslında Rum tarafı büyük bir stratejik hata yapıyor.
1992 yılında BM’ye yaptıkları üyelik başvurusunun gerekçesi, “AB’yi arkamıza alırız, Türkiye’ye baskı yaptırıp diz çöktürtürüz sonra da Kıbrıs adasını yağdan kıl çeker gibi elinden alırız” dı. Aradan geçen 25 yılda bu fikri uygulamak ve hedefledikleri sonuca ulaşmak için elden geleni yaptılar. Türkiye-AB katılım müzakerelerine çomak soktular, Veto kullandılar, başlık açtırmadılar, Avrupa Konseyinde, Avrupa Parlamentosunda ve AKPM’de Türkiye ve KKTC karşıtı her tür girişimi yapıp aleyhte olacak kararları aldırdılar.
1994 yılında, Rum yönetimin başvurusu sonrasında Avrupa Birliği Adalet Divanı’ndan (ABAD) çıkan karar, KKTC’nin aleyhine sonuçlandı ve ihracatımız ağır darbe yedi. Bu kararla, KKTC’nin AB’ye yaptığı ihracatta gümrük birliği kuralları uygulanmadı ve üstüne üstlük bir de yüzde 14 vergi uygulandı. Rum Yönetiminin bu girişiminden sonra KKTC’de üretilen ürünlerimizin AB pazarlarında rekabet etme şansı kalmadı. Aramızdaki nesebi bozuklardan en küçük bir kınama sesi bile çıkmadı Rum Yönetiminin ABAD’dan bu kararı çıkarttırmasından ve de ekonomimize verdikleri zarardan sonra. Böyle insanlar da yaşıyor aramızda; İşin içinde Türkiye oldu mu söylemedikleri kalmaz, Rum olunca ağızlarını bile açıp kınamazlar.
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda bakışı ise keskin bir kulvar değişikliği şeklinde oldu. Artık Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’la Kıbrıs konusunun görüşmeye devam etmenin bir fayda getirmeyeceği anlaşılmış olmalı ki, 18 Ağustos günü Türkiye’nin Avrupa Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik’in, Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının olumlu yaklaşımına rağmen çözüme ulaşılamadığı, müzakerelerin sona erdiği, herhangi bir şekilde donmuş veya askıya alınmış olmadığı açıklaması, Türkiye’nin yeni bir Kıbrıs sorunu stratejisi olduğunun işareti. Zaten BM’nin de isteksizliği, ABD’nin ve AB’nin de Kıbrıs sorunun gündemin son satırlarına atmaları, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin baskın politikası sonucunda farklı bir yola girileceğini göstermekte…