KESK operasyonu demokrasiden geri adım

‘BAHSE konu olan olayla (Uludere) ile ilgili ülkemizi karalamak ve Avrupa arenasında kötü duruma düşürmek için neden bir karalama kampanyası yürütmektesiniz?’

Tırnak içinde aktardığımız bölüm, haziran ayının sonunda KCK soruşturmasının son dalgası çerçevesinde gözaltına alınıp 4 gün sonra serbest bırakılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Genel Başkanı Lami Özgen’e özel yetkili savcılık tarafından yöneltilen sorular arasında yer alıyor.

MEŞRU FAALİYETLER SORGULANINCA

Özgen, geçen aralık ayı sonunda 34 vatandaşımızın öldüğü Uludere faciasından sonra bölgeye giden ve aralarında DİSK, TMMOB, TTB, Mazlum-Der temsilcilerinin de bulunduğu sivil toplum heyetinde yer almış, bu konuda hazırlanan ortak inceleme raporunun yazımına da katılmıştı.
KESK’in Türkiye’de kamuoyuna açıklanan bu raporun İngilizce çevirisini üyesi olduğu uluslararası federasyona da göndermiş olması, kolluk ve savcılık tarafından bir suç olarak görülüyor.
Terör örgütü üyeliği gerekçe gösterilerek başlatılan bir soruşturma, pekala hükümeti ve orduyu eleştiren faaliyetlerin sorgulandığı bir yargısal zemine dönüşebilmektedir.
Bazı KESK yöneticilerine savcılık sorgulaması sırasında yöneltilen soruların bir bölümünü okudum. Bu soruların neredeyse tümünün KESK’in meşru zeminlerde gerçekleştirdiği, kesinlikle şiddet içermeyen eylemlerle ilgili olması dikkatimi çekti. Bunlar, bugün Batılı ölçüler içinde gösteri ve düşünce açıklama özgürlüğünün güvencesi altında olması gereken eylemler.

SÖYLEYİN, EYLEME NEDEN KATILDINIZ?

Sanıkların gözaltındayken “Kimden talimat alarak katıldınız”, “KCK/PKK’dan talimat alarak mı katıldınız?”, “Eyleme katılmanızdaki amaç nedir?” şeklindeki standart sorularla sorgulandıkları suç delillerinin bir bölümü şöyle özetlenebilir:
Yeni sendika yasasını protesto için Kızılay’da gösteri, KCK tutuklamalarını protesto için basın açıklaması eylemi, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın düzenlediği basın açıklamasına katılma, KESK, DİSK, TMMOB, TTB’nin ortak çağrısıyla gerçekleştirilen sendikalara baskıları protesto eylemi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü basın açıklaması, 4+4+4 yasasını protesto eylemi, Prof. Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasını protesto amacıyla düzenlenen basın açıklaması...
Dün sabah bir basın sohbetinde bir araya geldiğim KESK Başkanı Özgen, gözaltına alınan sanıkların önüne terör örgütü ile ilişkilerini kanıtlayan somut hiçbir delilin konamadığını, soruların hepsinin KESK’in bir sendikal kuruluş olarak yürüttüğü meşru faaliyetleriyle ilgili olduğunu vurguladı.
Soruların dikkat çeken bir yönü, KESK’in katıldığı bir dizi eylemin amacı ile KCK sözleşmesindeki bazı hedefler arasındaki benzerlikler üzerinden sanıklara suç atfedilmesidir. Kolluk ve savcılık, buradaki paralellikleri doğrudan suç  unsuru olarak değerlendirebiliyor.

DEMOKRASİNİN ALT LİGLERİNDE OYNAMAK

Özgen, dünkü sohbetimizde sorgulanan eylemlerinin tümünün Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa tarafından güvence altına alınan evrensel hakların kapsamında olduğunu vurguladı.
Özgen, KESK’in, hükümetin emekçilere dönük politikalarına ve demokrasi anlayışına muhalefet eden bir sendikal konfederasyon olması nedeniyle hedef alındığını belirterek, “Amaç, muhalif sendikal hareketin susturulması, itibarsızlaştırılmasıdır” diye konuştu.
KESK Başkanı, geçen Çarşamba günü uğradıkları baskıları anlatmak üzere ziyaret ettikleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den, bu tür uygulamalardan rahatsız olduğu “izlenimini” aldıklarını da ifade etti.
Gözaltına alınan 51 şüpheliden  28’inin tutuklandığı, 23’ünün ise serbest bırakıldığı KESK operasyonu AB’nin de tepkisini çekmiş, AB Komisyonu yaptığı açıklamada ifade ve toplantı yapma özgürlükleri açısından “kaygı” belirtmişti. 
Türkiye’deki sendikal örgütlerin Batı’daki  sendikaların sahip oldukları özgürlükleri kullanmaya kalktıklarında başlarına gelenler, aslında demokraside hangi ligde oynadığımızı göstermesi bakımından da öğreticidir.
Bu tür operasyonların, yol açtığı haksızlıkların yanı sıra Türkiye’de demokratik hakların kullanılması üzerinde caydırıcı bir etki yaratarak özgürlüklerin alanını daralttığı aşikâr.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)