Kendimizi kusurlarımızla sevmek

POPÜLER kültürün her alanında rol modelleri olarak, kusursuz vücutlara sahip, ölçüleri neredeyse mükemmel olan, giydiği her şeyi yakıştıran ve güzel de davranan insanlar lanse ediliyor.

Bu ideolojinin çevresinde inanılmaz paralarla dönen bir diyet endüstrisi, bir estetik cerrahi sektörü var.

Ben bugüne kadar diyetle zayıflamış insan tanımadım. Hemen hepsi biraz zayıfladıktan sonra yine eski kilolarını veya daha fazlasını alıyor. Diyet insanın hayatında bir kısırdöngü; kalıcı zayıflık vaat eden diyet türü ne yazık ki yok.

 

HAYAT TARZIMIZ:

 

Diyetten daha çok insanın hayat tarzı önemli ve belirleyicidir. Hayat tarzlarımızın vücut şekillerimizi de oluşturduğunu görmeliyiz.

Eğer kendimize seçtiğimiz hayat tarzını seviyorsak o zaman bütün kusurlarıyla vücudumuzu da sevmeliyiz. Hayatta mutlu olabilmek, ancak kendimizi ve hayat tarzımızı böyle bütüncül bir şekilde ele almakla olabilir.

 

DİYET SEKTÖRÜ İNSANI MUTSUZ EDER:

 

Çok satan kitaplarıyla, uzmanlarıyla, formülleriyle, onlara destek veren hekimleriyle diyet sektörünün toptan etkisi insanı mutsuz etmektir. Çünkü o sektörün ideolojisinde bazı ideal ölçülerde tabii ki zayıf olan insanlar vardır.

Sadece onlar rol modelidir ve sadece onlar gibi olunduğunda bu hayatta başarılı ve mutlu olunabileceği söylenir. Kabul etmelisiniz ki bu aynı zamanda bu sektörün idealize ettiği rol modellerinin dışında kalan çoğunluğun mutsuz olduğu kabulünü de getirmektedir.

 

FLAWSOME TRENDİ:

 

Şimdi bu ideolojiye ve hayata yaklaşıma karşı çıkan yeni bir kavram oluşturuldu ve bunun da 21 'inci yüzyılın en önemli trendi olacağı düşünülüyor. Artık insanların sadece kusursuz ürünleri değil kusurları belirgin olan ürünleri de o kusurlarıyla birlikte sevebilecekleri, o ürünün bir marka olabileceği düşünülüyor.

Yani kusursuzluğun dünyasından çıkılıp kusurlarıyla beğeni kazanabilen trend, marka oluşturabilecek seçimlerin dünyasına giriyoruz artık.

 

HER İNSAN BİR MARKADIR:

 

Ben demokrasiye, çoksesliliğe, farklılıklara inanan ve bunları seven bir kişi olarak her insanın aslında bir marka olduğunu düşünürüm. İnsanları sınıflarda veya gruplarda toplamak onları tekdüzeliğe itmektir. İşçi sınıfı yerine bir birey olarak işçiyi ele alırsak o sınıfın içinde aslında var olan insan ve davranış çeşitliliğini görebiliriz.

Flawsome trendine göre, artık hiçbir insan marka oluşturmak için ideal diye sunulanın ölçülerinde ve davranışında olmak zorunda değil. Her insanı kusurlarıyla seveceğiz ve anlamaya çalışacağız. Her insan o kusursuz olmayan vücuduyla ve hatalı davranışlarıyla kendisine bir yaşam tarzı seçmiştir ve o seçilen yaşam tarzı da kendisine uyan fiziksel özellikleri oluşturur.

Eğer o insan seçtiği yaşam tarzıyla ve o tarzın getirdiği vücut şekliyle mutluysa, kendi içinde tutarlı bir yaşam sürebiliyorsa, hiç kimsenin "Sen mutlu değilsin, ancak şu şekle girdikten sonra, şu hayat tarzını benimsedikten sonra mutlu olabilirsin" deme hakkı yoktur, olmamalıdır.

Aslında "flawsome" trendi, bazı ürünlerin kusurlarına rağmen marka oluşturabileceğini ve bu markayı da sevmenin mümkün olduğunu söylüyor. Bizi kusurları da sevmenin önemine inandırıyor ama ben bu trendi diyet sektörünün ideolojik teröründen çıkıp bundan kurtulmanın bir yolu olarak sundum.

 

Türkiye'de hayat tarzı

 

BUGÜNÜN Türkiye'sinde yaşanan bütün çatışmaların, siyasi sertleşmelerin temelinde hayat tarzları seçimleri çatışması yatıyor. İşte bu yüzden önceki yazımda anlattığım "flawsome" trendinin Türkiye açısından çok daha önemli olduğunu ve bu kavramın Türkiye'deki bazı tartışmaları çözümleme ve huzura erdirme açısından kullanılabileceğini düşünüyorum.

Biz eğer her insanın kusurlarıyla birlikte aslında bir marka oluşturduğuna inanıyorsak ve o insan kendisine seçtiği hayat tarzı ve onun neden olduğu vücut şekliyle mutlu yaşıyorsa, bu durumda dışarıdan kimsenin bu markaya eleştiri getirmeye ve "Değişmelisiniz" çağrısı yapmaya hakkı olmamalı diye düşünüyorum.

AKP'nin iktidarda olduğu bir ülkede demokrasiyi daha da güçlendirmek, çoksesliliği ve farklılıkları sevgiyle yaşatabilmek için bu "flawsome" trendinin ne kadar önemli olduğunu ayrıca vurgulamama bilmem gerek var mı?

 

Bir absürt Galatasaray fantezisi

 

FUTBOL seyircisi olmanın, fanatik olarak yaşamanın insanları tuhaf davranışlara ittiğini biliyorum ve bunu anlıyorum da. Ama buna rağmen bazı Galatasaraylı arkadaşların bu hafta sonu için kurdukları hayali yine de absürt buldum. Bunu duyunca, "Bu kadarı da olmaz artık, insanın fanatik olsa da içinde biraz gerçeklik duygusu kalmalı" diye düşündüm.

Bu kişiler, Galatasaray'ın hafta sonunda geçmişteki büyük hezimetlerin öcünü alacak kadar gol atarak maçı alacaklarına ve üstelik Fenerbahçe stadyumunda tur da atıp geçmiş bütün yılların hesabını soracaklarına inanıyorlar.

Takımın başında Fatih Terim yerine kendini bilmez, hırslı bir kişi olsaydı ve takıma böyle hedefler verseydi herhalde Fenerbahçe önünde bu şekilde açılacak Galatasaray 7 gol filan yerdi. Ama neyse ki takımın başında makul düşünen, hırslarını ölçülü biçimde hayata geçiren ve en önemlisi gerçekçi olan Fatih Terim var.

 

Geçmişin öcünü almak deyince...

 

GALATASARAY fanatiklerinin absürt fantezilerini yazarken aklıma çok daha başka ve çok da şahsi olan bir konu geldi. Hafta sonunda oğlumla birlikte becerebilirsek maça gideceğiz. O Fenerbahçe forması giyecek, ben ise gayet tabii ki Galatasaray formamı giymeyeceğim, bilmem nedenini anlatabiliyor muyum.

Şimdi beni bir korku sardı, ya oğlum geçmiş bütün yılların öcünü almak için statta benim Galatasaraylı olduğumu herkese söylese neler olurdu acaba?

Yani şöyle gelişen bir süreç düşündüm: Oğlum önce, "Beni çok ders çalıştırır mısın sen, öyleyse al sana bir sürpriz baba; bekle şimdi, 'Herkes buraya baksın, bu bir Galatasaraylıdır, haberiniz olsun. Evde Fenerbahçe'ye küfür de etti, hatta Fenerbahçeli olduğum için beni bile dövdü' der."

Oğlum böyle konuştuktan sonra olabileceklere ise hiç girmeyeyim isterseniz.

 

Trabzon ve İsrail

 

ŞİMDİ başlığı okuyunca, "Milliyetçi ve ülkesini seven insanlarla dolu Trabzon'un adını neden İsrail ile aynı başlıkta kullanıyorsun?" diye soracaksınız. Biraz şaşırmakta haklısınız, ama benim nedenimi anlayınca umarım dediğimi kabullenmeniz kolay olacak.

Uluslararası ilişkilerde İsrail'le ilgili şöyle bir algı var: Medeni ülkelerin davranış normlarının ve kuralların ne kadar da dışına çıkarsa çıksın "Bunları İsrail yaptı" diye hoş görme alışkanlığı var.

Örneğin, İsrail bir ülkeye katil timi gönderse ve orada bazılarını öldürse biz, "MOSSAD mı, o yapar tabii. Onlar bu işi iyi becerirler" diyerek yapılan hukuksuzluğu ve haksızlığı normalleştirmeye girişiyoruz. Bunun farkında olsak da olmasak da yapıyoruz.

Korkarım Trabzonlular hakkında da bu tür bir yaklaşım yerleşmeye başladı. Örneğin, başka hiçbir futbol seyircisinin davranmadığı, buna giriştiği zaman kınandığı bir ortamda bu şekilde davranan Trabzonlular olduğunda bu anlayışla karşılanıyor gibi bir görünüm var.

Anlayacağınız, Trabzonlu olmak bir insana otomatik olarak aykırı olmak ve kuralsız davranmak yetkisi veriyormuş gibi düşünüyoruz. Aynı İsrail'in uluslararası düzeydeki kuralsızlıklarını düşündüğümüz gibi düşünüyoruz Trabzonluları artık.

Bu yaklaşım İsrail'e aslında çok zarar verdi, şimdi ben görüyorum ki Trabzon'a da vermeye başladı. İsrail nasıl uluslararası düzeyde yalnızlığa itildiyse korkarım Trabzon da Türkiye'de yalnızlığa itiliyor. Ve bu süreç de Trabzonlu gençlerin içindeki öfkenin büyümesine yol açıyor.

(HaberTürk gazetesinden alınmıştır)