Sonbahar ve Ekim ayı ünlü tren istasyonlarını inşa edildiği ve trenlerin seferlerine başladığı aydır. Londra’nın da en görülesi tren garı St. Pancras da bunlardan biridir.
Teknik ilerlemelerin çok yoğun olduğu uzun süreli Viktorya dönemi mühendislik harikasıdır, bu dönemin gotik üslubunun şaheseridir, ürkütücü büyüklüğünün yanında dünyanın en zarif yapılarından biri kabul edilir. Bugün ise yılda 50 milyondan fazla kişinin seyahat amacıyla kullandığı başkentin en görkemli, ülke içi ve dışı seferleriyle en işlek, demir kemerli, can kaplı istasyonudur. Sadece demiryolu mühendisliğine ilgi duyan veya tren yolculuğundan severlerin değil herkesin hoşlanabileceği bir tren garıdır. Ayrıca demiryollarının katedrali ismiyle anılır.
1856 yılında İngiltere’nin teknik ilerlemelerinin büyük bir kısmını borçlu olduğu Prens Albert hazretlerinin hala hayatta ve faal olduğu 1856 yılında açılmıştır, bugün de yıldönümüdür.
Başkent Londra’yı belli başlı şehirlere bağlamak için Midland Company tarafından tasarlanır ve bölgenin malzemesini de bilinçli olarak kullanarak inşa edilir. Malzemesinin tamamı Notthingam şehrinden getirilir ve tarihçilerle mimarlar bunun bilinçli bir çaba olduğunu düşünürler. 60 milyon kırmızı tuğla, 80 bin küp elle işlenmiş taş, bir Ortaçağ katedralini andıran ayrıntılı hayvan ve diğer mahluk bezemeleri ile. Sadece inşaat malzemesi olarak değil süs objeleri olarak da algılanmaları gerekir. 25 adet kafes kirişi de gene aynı bölgede, Derby şehrinde yapılır ve Londra’ya getirilir.
İlk sefer Leed şehrinden bir posta trenidir, 1902 yılında inşaatı tamamlanan Grand Midland Oteli’nin de açılmasıyla istasyona her gün 150 civarında tren gelir.
İkinci Dünya Savaşı döneminde 500 kilogramlık bir Alman bombası istasyona isabet eder, ağır hasar görür. 1960’lı yıllarda ise İngiliz Demiryolu Heyeti istasyonu yıkmak ister. Dönemin müzecileri tarafından çirkin ve mide bulandırıcı olarak adlandırılsa da şair Sir John Betjeman tarafından başlatılan kampanya neticesinde kurtarılır ve birinci derece anıt statüsü verilir. 2007 yılında sona eren restorandan sonra Kraliçe Elizabeth tarafından açılır ve Betjeman’in bronz heykeli de bu restorasyon esnasında dikilir. Kendisi elinde çantası ve başında şapkası ile hayranlıkla istasyonun çatısını seyrederken betimlenmiştir. Heykelin etrafında dolanırsanız Sir John’un paltosunun şeklinin garın tavanınınız kavisini yansıttığını görürsünüz. İnsanlar genellikle heykelin göbeğini okşayıp paltonun kavisinde el gezdirirler. Ayrıca yerde ‘Gölgesiz, bulutsuz bir parıltının içinde,
sisli bir deniz mavisi, havanın yıkanmasıyla buluşarak’
burada, üstümüzde koyu mavi beyazlığa dönüşür’, diye yazar. Bunu da kaçırmamak gerekir.
İstasyonun içinde nerdeyse her zaman piyano sesi gelir, etrafa birkaç tane piyano serpiştirilmiştir ve isteyen çalabilir. Hele 2016 yılında Elton John tarafından verilen minik bir konser sonrası piyanosunu da gara hediye eder ki bu çok kıymetlidir. Sabahın erken saatlerinde insanların yoğun olarak işe gittikleri anda verdiği bu konser sürpriz olur.
İçeride treninizi beklerken oturduğunuz banklar renkleriyle beraber olimpiyatların sembolü olan halkalardır.
2018 yılında 150. doğum günü kutlanır, istasyon şeklinde bir pasta yapılır ve o gün seyahat eden yolcularla beraber kesilir ve ikram edilir.
Bu istasyondan sizi Paris’e götürecek trene yürürken etrafa ama en çok da tavan geçişlerindeki seramik süslemelerine bakmanız uygun olur. Porselen ve seramik yapımının gelişmiş olduğu Stoke on Trent bölgesinin işçiliğini yansıtır. Tıpkı sofralardaki veya duvar süsü olarak kullanılan şahane İngiliz porselenlerindeki desenler gibi. Ayrıca bira fıçıları döşenerek ölçülen kolonlar arası muntazam mesafeye de dikkat çekmek isterim. Işıklı çatısı üzerinde bir süredir arı kovanı yerleştirilerek bal üretinine girişilmiştir ancak arının çiçekleri nerden bulduğu meçhuldür.
Tren istasyonu yanında gözünüze hitap edecek, ağzınızı açık bırakacak bugün de otel olarak kullanılan fırın tuğladan yapılma devasa St. Pancras Oteli vardır. Otelin etrafında dolaşmak, en azından önünden geçmek ve hatta ışıktan karşıya geçip biraz uzaktan bir daha bakmak da şahanedir. Viktorya döneminin karizmasını ve görkemini yansıttığına inanılır. 1890 yılında ilk defa kadınlar için sigara içilen oda oluşturulur. Bu noktada hem sigara içilmesine ve hem de kadınlara iç mekanda sigara içme hakkının daha geç verilmesine birden üzülürsünüz.
İçine girmek mi?
Bunun için otelde konaklayan müşteri olmanız gerekir.
Unutmadan…kaçırmamanız gereken bir diğer şey de Harry Potter filminin çekim sahnesidir, hala canlıdır. Asyalı gençler yoğunlukta olmak üzere her ülkeden ve yaştan insanın hala uğrak yeridir. Platform 9 3/4.
Son olarak garın adı yasak olduğu dönemde Hristiyanlığı seçtiği için kafası uçurulan ve sonra aziz mertebesine çıkarılan bir genç çocuktan gelir. Pankreas ile alakası yoktur.
İyi gezintiler dilerim.