Karaoğlan'ı anarken
“Kıbrıs Türk halkının kalbinde çok önemli bir yeri olan 1974 mutlu barış harekatının Başbakanı, Türk siyasi yaşamının duayen ismi Bülent Ecevit, Ankara GATA da
yaşam savaşı veriyor. Ecevit, bu satırları yazdığım pazar öğleden sonrasına kadar uyutulmaya devam ediliyordu.
Çok hasta olduğunu biliyorduk... Ama aynen son mermisine kadar mevzisini savunarak şehit olan bir mücahit, bir asker gibi -tüm itirazlara, tüm ikazlara rağmen- adaletin kalbine yapılan saldırıda şehit olan Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in cenazesine katılmadan, son görevini yapamadan edemedi Ecevit... Belki de hayatı bahasına bu görevi yerine getirdi.. Zaten gerçek liderleri, gerçek devlet adamlarını diğerlerinden ayıran bu ve buna benzer olgular değil mi?
Yıllarca önce 25 Nisan 1999 tarihli Hürriyet Kıbrıs’taki köşemde şunları yazmışım;
“Bu notları Jasmine Court Hotel’in lobisinde yazıyorum. Başbakan Ecevit ve eşi biraz önce otele geldiler ve istirahate çekildiler.
Yıllar gözümün önünden geçmeye başladı. 1974’ün son ayları... Daha savaşın izlerinin silinmediği Girne’de, Ecevit gene Kıbrıs’ta DoranaHotel’de ağırlanıyor.
Ancak bu kez Başbakan değil, ana muhalefet partisi lideri... Deniz Amfibi Birlikleri’nin kurucusu ve harekatta Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Kemal Kayacan emekli olmuş, parlamentoda Ecevit’in partisinden milletvekili.
Kayacan, Amfıbi birlikleri kurdurttuğu ve adaya ilk çıkan alayın komutanı olan Albay Neşet İkiz ve tabur komutanı Binbaşı İlhan Aloğlu ile hava karardıktan sonra Dorana’da buluşuyorlar. Bizlerin ise o bölgeye gitmesi kesin olarak yasak.
“Evlatlarım”, diye hitap ettiği ve amfibideki tüm subay ve astsubayların isimlerini tek tek bilen Kayacan Paşa’nın elini öpmek için izin alamıyoruz. Ada’nın kuzeyinde ise inanılmaz bir heyecen var. Bölüğüm ise harekattan sonra Yılan Ada’sındaki lojistik iskeleyi emniyete almakla görevlendirilmiş. Askerler beni sıkıştırıyor, “Komutanım, Karaoğlan Ecevit gelmiş, bizi ziyaret eder mi? Göremeyecek miyiz?”. Sabah sporunda yasak olmasına rağmen koşu güzergahını değiştiriyorum, hem koşuyor hem şarkılar söylüyoruz.
Dorana ‘yi gören yokuşun başına geldiğimizde harekatta büyük başarılara imza atmış mangal yürekli Bölük Çavuşu Atilla Uzankuşlar’a işaret ediyorum..
“Karada, havada, denizde, Kıbrıs’ta, her zaman, her yerde amfıbi, sağol” söylemini başlatıyor. Her kelime yüze yakın yürekten çıkan sesle Girne sokaklarında yankılanıyor. Tam yokuştan inerken Ecevit balkona çıkıyor ve bizi eliyle selamlıyor. Yüzündeki vakur, mutluluk ifadesini bugün bile hatırlıyorum. Ben de bölüğe bağırıyorum “İşte Karaoğlan!...” Mutluluktan uçuyoruz, koşuya devam ederek arka yoldan bölüğe dönüyoruz. Bölge komutanı Borataş Paşa’dan fırça gelecek mi diye bekliyorum. Gelmiyor...
Neşet Albay o her zamanki yürekliliği ve hoşgörüsü ile “Mesut; spor güzergahını pek değiştirme” diyor, çok sonra gülümseyerek... 1980’li yıllar ...Bülent Ecevit gene Başbakan. İstanbul Boğaz Komutanlığı’nda görevliyim. Tabur komutanı beni çağırıyor: “Çok önemli bir konuğumuz olacak Başbakan Ecevit, bayramı Boğaz Komutanlığı’nın Anadolukavağı’nda yer alan bizim misafirhanede geçirecek. Emniyeti sen sağlayacaksın” diyor.
Komandolardan bir timi hemen hazırlıyorum. Gece yarısına doğru Ecevit ve eşi gelip, komutanlık binası olarak kullanılan tarihi Marko Paşa Köşkü’nün önünde yer alan son derece mütevazi misafirhaneye yerleşiyorlar, yukarıya taşınan iki valizin yanı sıra Koruma Müdürü Mümtaz Karaduman’ın koltuğunun altında bir portatif daktilo ile Türk Dil Kurumu’nun kalın Türkçe sözlüğü dikkatimi çekiyor.
Sabah Boğaz’ın dar sahil şeridinde mayın depolarının olduğu bölgedeki patikada Ecevit’ler elele yürüyüşe çıkıyorlar. Kurt gazeteci, harekatta beraber çok macera yaşadığımız Ergin Konuksever, kiraladığı bir balıkçı motoru ile Ecevit’leri görüntülüyor. Kritik yerlerdeki keskin nişancıların yanı sıra ben de uzaktan Ecevitler’i izliyorum. Bir ara “Bayramınız kutlu olsun yüzbaşım, ama biz burada emniyetteyiz. Yorulmayın.” diyor.
Korumayı daha da hissettirmeden yapmaya çalışıyorum ve Boğaz balıkçıları aynı şiirinde yer aldıkları gibi Ecevit’lere takalarından el sallayarak allı yeşilli geçiyorlar...
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’dan gelen bir telefon bu zaten kısa olan tatili daha da kısaltıyor. Ecevit’ler Ankara’ya dönüyorlar.
Yaklaşık yirmi-yirmibeş yıllık anılar... Şimdi gazeteci olarak gene Ecevit’leri izliyorum ancak bu kez otomatik silahlarım yerine elimde kalemim var… Ve devlet adamının tatilinin bizim bahriyede çok yaygın olan “bahriyede izin, güvertede gezin” tanımına ne kadar benzediğini düşünüyorum. Zaten gemi de bir memleket gibi değil mi?..”
Aradan gene yıllar geçti.. O günkü yazım “hoş geldin Ecevit” diye bitirmişim.
Bu yazını başlığı ise “Dayan Ecevit”.
Siyası yaşamda inişler çıkışlar bazı yanlışlar olabilir ama bunlar yürekli, dürüst, halkını düşünen gerçek “devlet adam”lıklarına gölge düşüremez.
Ecevit yaşayan “örnek” devlet adamlarından biridir.
Dayan Ecevit...”
Ne yazık ki bu sunuştan kısa süre sonra Ecevit’i kaybettik. Kaybettiğimizin ertesi günü bu öyküyü yeniden ama “Güle Güle Ecevit” cümlesi ile bitirdim. Güle güle Karaoğlan…”
Işıklar içinde uyu sevgili Ecevit…
Yasemin Kumral’dan mektup var
Geçen haftaki Pazarın Öykülerinde yayınladığımız Atatürk’le ilgili anıları alıntıladığımız Tarihçi Cemal Kutay ‘la ilgili bigilere ek olarak Kıbrıs Türkü’nün, Mehmetçik ve Mücahitlerin 20 Temmuz 1974 Barış Harekatının “Bayrak Şarkısı” olarak nitelediği “Girneden Yol Bağladık Anadoluya “adlı unutulmaz şarkıya kan ve can veren sevgili Yasemin Kumral,bize bir e mektup gönderek Cemal Kutay ile ilgili birkaç güzel anısını da paylaştı.İşte Yasemin Kumralı’ın mektubu:
“.Kutay adadaki bizim eve yanında hizmetçisiyle gelirdi.(Din Faşizmi ve Türk Nedir Ne Değildir) adlı 2 kitabının tamamını farklı zamanlarda bizim evde yazmıştır.Büyük bir incelikle de ilk sayfalara ''Yasemin Kumral'ın Heybeliada'daki evinde yazdım'' ibaresi koymuştur.Ada ve Sn. Kutay'la ilgili bir anım da şudur: Bizim sahildeki köşk yapılırken,(Bitince bir anahtarı daima onda kalmıştır.)İskelenin arkasındaki orta yalı sokakta şirin ama minicik, 2 odalı, tarihi ,ahşap bir ev alıp büro olarak kullanmaya başlamıştım.Moda da 3 katlı güzel bir köşkü olmasına rağmen,hocamın ziyaretçilerin çokluğundan zaman zaman kaçabileceği,otomobil gürültüsünden uzak bir yere ihtiyacı vardı ve adalarda bir daire kiralamak niyetindeydi.Bizim minik evde misafirimiz olmasını önerdim. Bir odasını hemen yatak odasına çevirdik.Kalmaya başladıktan sonra karşı komşumuz telefon etti.''Yasemin hanım sizin evde kalan yaşlı bey kimdir? Dedeniz mi?Deniz Harp Okulunda görevli ne kadar amiral , albay,subay varsa hergün onu ziyarete geliyorlar.Sokağımız hiç bu kadar şereflenmemişti.'' O evi aldığımda burun kıvıran bazı genç akrabalarıma da iyi bir ders olmuştu bu. Bakın demiştim,” bir yeri değerli kılan, fiziksel durumu değil,içinde yaşayanın kimliğidir.”
Aslında onun bizlere değil bizim ona ihtiyacımız vardı daima.şahane yemek yapardı içinden gelince.Ondan öğrendiğim barbunya plakiyi ,pastırmalı kuru fasulyeyi ve humusu pişirdiğim zaman parmaklarınızı yeme riskiniz vardır.Haberiniz olsun.Yakın dostu,son derece sevip saydığı TC nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar gibi o da döner severdi.Ama çok iyi olmak kaydiyle.
Ondan sadece tarihimiz hakkında değil,hayat hakkında da o denli önemli şeyler öğrendim ki. tam bir tasavvuf ehliydi .Allaha inancı müthişti.'Kişi çalışmasına karşılık rehindir' sözünün canlı örneğiydi. Dinimizi kendi çıkarlarına alet edenleri asla affetmez, (adaletin ki bunun içinde kadın-erkek eşitliği de vardır,olmadığı yerde allahın rahmeti olmaz.)derdi. 97 yaşında vefat etmesine birkaç gün kalana kadar çalıştı.Şair Latifi sokağına bakan pencerenin önündeki koltuğunda güçlükle oturarak,yerde vucuduna takılı sondası olduğu halde,artık gözleri sadece ışığı seçebildiği için bir sekreter kitap okuyor,hocam düzeltmelerini sözlü olarak yapıp diğer sekretere yazdırıyordu(.Fazla zamanım kalmadı Yasemin kızım.bu kitabın baskıya yetişmesi lazım) demişti.O gün halini sormaya giderken yanımda yeğenim Pınar’ la gitmiştik.pınar doktora yapıp önemli mevkilere yükselmiş bir kızdı.Sorumlulukları ağırdı.Ben çoluk ,çocuk,okulun işleri vs derken hayli yıprandığımı düşünüyordum.birbirimize:'yeter artık ,çalışma hayatımızı hafifletme zamanımız geldi de geçiyor bu ne yorgunluktur böyle?' diyerek dertleşerekten hızla yürümüştük.Dedemiz yaşındaki Cemal Kutay’ ın, sönmek üzere olan bir mum halındeyken bile azimle çalıştığını görünce ,kendimizden nasıl utandığımızı tarif edemem.Bana yorgun musun dendiğinde arık asla kolay kolay, 'evet' demememin altında yatan sebep budur. Onunla daha saymakla bitmeyecek kadar anım var.Yirmili yaşlarımdayken,ilk şiir kitabımın ön sözünü yazmıştıı.Ne şeref ! Bence yazmış olduğum ve yazacak olduğum tüm şiirlerden daha değerli bir yazıdır o.
Çok ama çok büyük bir insandı hocam.ruhu şad olsun.
Sevgiler.. Yasemin