Kahretsin !...

Normal hayatımda bile kullanmaktan son derece çekindiğim bu başlıkla karşınıza çıkmayı asla istemezdim fakat birileri bunu gerçekten hak ediyor.

Bugün, dünyadaki gelişmelere göz atmak için bilgisayarımı açtığımda, biraz bakındıktan sonra karşıma çıkan haber, tüm dengelerimi alt üst etti.  Acaba gerçek mi diye düşünürken, olayın video görüntülerini ve birde fotoğraf görünce “kahretsin!” demekten kendimi alıkoyamadım. 

Konu, İsrail tarafından işgal edilen Filistin topraklarında geçiyor.  Bir cadde üzerinde olması gereken bir normallikle yoldan geçen arabalar, yürüyen insanlar ve bir de yolun kenarında top oynayan 4-5 çocuk takılıyor, hemen birkaç metrelik bir mesafe uzaklıkta olan güvenlik kamerasına. 

Çocuklar yolun köşesinde gayet masumca oynadıkları oyunlarına devam ederken, arada da kenardaki duvarın üzerine oturuyorlar.  Önce koyu renkli bir askeri araç ilerliyor, arkasından da beyaz renkli bir araç çocukların bulunduğu köşeye doğru direksiyonu kırıp birden duruyor.  Aracın içinden sivil kişiler çıkarken koyu renkteki araçtan ise silahlı İsrail askerleri devreye giriyorlar.  Çocuklardan bir ikisi durumu sanırım farkediyorlar ki kaçıyorlar, tabi peşlerine düşülüyor.  Fakat diğerleri apar topar arabaya atılarak kaçırılıyor.

Ve bir fotoğraf... 

İşkence sonucu bacakları sarılı, eli kesilmiş 13 yaşındaki masum bir çocuk!

Bunun yanısıra, ben kendimde çocukken izlediğim ve hafızamdan asla silinmeyen bir görüntü geldi gözlerimin önüne. 

Bir elinde irice bir taş bulunan İsrail askeri ve diğer eliyle de kolundan tuttuğu küçük bir çocuk.  Ne mi yapıyor du?  Elindeki iri taş parçasıyla küçük çocuğun tuttuğu kolunu parçalamaya çalışıyordu.  Küçük çocuğun feryadı figan edişi, bakışları ve yüzündeki acıyla karışık korku ifadesi yürekleri dağlıyordu adeta.

Ya iki tane genç çocuğun başına gelenler?  Hani bir zamanlar haber proğramlarına damgasını vurmuştu da ah vah etmiştik. Götürüldükleri bir arazide, İsrail askerlerinin dakikalarca yada saatlerce kollarını, bükerek, ters çevirerek kırdıkları çocuklar. 

Videolara yansıyan küçük Muhammed’i de unutmadım.  Babasıyla yolda yürürken, karşı yönden gelen İsrail askerlerinin saldırısına uğruyorlar.  Ben diyeyim 10, siz deyin 12 yaşında.  Babasıyla birlikte küçük bir duvarın arkasına sığınarak kendilerini hedef alan kurşunlardan korunmaya çalışıyorlardı.  Ve tüm Dünya televizyonları olayı tarihe geçerken, ateş etmekten usanmayan İsrail askerleri sonunda amaçlarına ulaştılar ve küçük Muhammed’in cansız bedeni, babasının dizlerine düşüverdi.

Hatırladınız mı? 

Ben hiç unutmadım...

Şimdi bu yazıyı yazarken, aklıma o kadar görüntü geliyor ki, hangi birisini yazayım?  Evire çevire dayak atılan, yerlere vurulan, zorla bilinmeyene kaçırılan, silah doğrultulan vs. masum çocuklar.  Zaten yazmayayım.  Belki de bir çoğunuzun hoşuna gitmemiştir yazılan ve hatırlatılanlar.  Unutmayı ve sırt dönmeyi severiz biz.  Bana dokunmayan yılan bin yaşasın deriz.  Neyse, amacım kimseye çıkışmak değil ama zoruma gidiyor ne yapayım...

Şöyle bir zamana yolculuk yapıyorum da, dünyanın neresinde olursa olsun, en çok acı çeken çocuklar oluyor.  Biz geçim derdimizle uğraşırken, daha kaliteli, gösterişli, ve cafcaflı bir hayat yaşamanın peşinde iken, zulüm altındaki  topraklarda yaşayanların en büyük lüksleri hayatta kalabilmek oluyor. 

Evet, onlar için lüks bu...

Onları anlamak için, bizimde çocuklarımızın avuçlarımız arasından zorla çekilip alınması, gözümüzün önünde akla hayale gelmeyecek işkencelerin yapılması ve bedenlerinin cansız kucağımıza serilmesi mi gerekiyor?  Bu gerçekten gerekiyor ise gerçekleşecektir de.  Çünkü, bize dokunmadan bin yıl yaşayacak olan o yılan, sonunda her zevk sahibi gibi doyumsuzluğuna ve açgözlülüğüne yenilecek.  Sonunda bize de dokunacak.  Biz onun yaşamasına izin veriyoruz, o’da gün gelecek minnet duygusunu bildirmek üzere yanımıza gelecek ve  geldiğinde de iştahı kabaracak.

Uzun yada kısa, hepimiz bu dünyada ömür sürdük ve sürmekteyiz.  Acaba, şöyle gerçekçi bir şekilde düşündüğümüzde “onlar için ne yaptık?” sorusunun karşılığını vicdanlarımıza nasıl veririz.  Ben şahsen kendimi tatmin eden bir cevap veremiyorum vicdanıma. 

Son haftalarda yapılan Gazze kuşatması, bombalamalar vs. Medyada bile, yerini gerektiği şekilde almadı. 

Birgün empati kursak nasıl olur?  Olmaz mı? Onu bile beceremeyiz değil mi?   Biz en iyisi kendi hayatımıza bakalım ve bize dokunmayan yılan da bin yaşasın.  Nasıl olsa abluka altına alınmadık, insanlık dışı muamelelere maruz kalmadık, can korkusu taşımadık.  Biz gerçekten çok rahatız, hemde bu kadar rahatlık içinde bile halimize şükretmesini bilemeyecek kadar... Çünkü biz insanız... 

Gerçekten öyleyiz değil mi?   Yoksa....

 

Sizi, yukarıda ki yazının vicdan muhasebesi ile başbaşa bıraktıktan sonra, aylar önce yazdığım bu şiiri de paylaşmak istedim.

 

“Kan Kırmızısı”

Yağmurca mermiler yağıyor Gazze semalarından,
Mavi renginin çoktan unutulduğu,
Yeşilin ise hayallerde kaldığı,
Renklerin küstüğü bu kentte,
Geriye kalan tek gerçek renk, kırmızı...
Şehitlerin süsü, Kan kırmızısı...

Gazze çocuklarının yüzlerinde tebessüm yok,
Ağladıklarında, dizinde teselli bulabilecekleri anneleri yok,
Korktuklarında, kocaman gövdesine sığınabilecekleri babaları da yok,
Onların hayatlarında, sadece kocaman bir kırmızı var,
Onu gördüklerinde ya annelerini kaybetmişlerdir, ya babalarını, yada arkadaşlarını,
Kırmızı onlar için kaybetmek sanmayın sakın!
Kırmızı onlar için direnmek, güçlenmek, olgunlaşmak ve yüreklenmektir...


Onlar kaybettikçe güçleniyor, korkutulmaya çalışıldıkça da cesaretleniyorlar,
Onlar, sizin bildiğiniz gibi evinde oyuncaklarıyla oynayan,
Çizgi film izlemekten bıkmış,
Anne ve babalarına baş kaldıran çocuklardan değiller!
Onlar, varlığa hamd yokluğa da sabreden çocuklar...
Onlar, dünyanın eğlenceden ibaret olmadığının bilinciyle, kırmızıda olgunlaştılar...


Kendi çocuklarımızı düşünelim,
Yokluğu bilmeyen, ibadetten kaçan, paylaşmayı sevmeyen,
Elinde ufacık bir kırmızı görse, kıyameti koparıp, her dediğini yaptıran şımarık çocuklarımızı...
Ne anlarlar kolu yada bacağı bir bombardımanda kopan ,
Annesi babası gözlerinin önünde işkenceyle öldürülen,
Bilinmezliklere zorla sürüklenerek götürülen,
İsrail askeri tarafından kolu bacağı defalarca kırılan,
Tankın altında diri diri ezilen,
Sırf eğlence için kurşunlara hedef tahtası olan Gazzeli çocuğun halini?


Bizim çocuklarımızın hayatlarında tüm renkler var,

Kırmızı oyuncak arabaları... Kırmızı elbiseli bebekleri var...


Gazzeli çocukların ise, kırmızıdan başka bir şeyleri yok.  Sadece, alet edildikleri kan kırmızısı oyunları var...