İşte şimdi arapsaçına döndü
Karar böyle ama, işler asıl şimdi tam “arapsaçına döndü” dersek yeridir.
Başından bu yana bu davanın siyasi amaçlarla açıldığına işaret ettim.
Çünkü toplanan deliller telefon tapelerinden ve bazı isimli isimsiz ihbarlardan ibaretti.
Bazı konuşmalarda geçen cümleleri, eğer şikeye inanıyorsanız, ona göre yorumlar ve ona göre değerlendirirsiniz.
Gördüğüm kadarıyla mahkeme bunu yaptı. Önce “şike yapıldığına” inandı ve ona göre de konuşmaları değerlendirdi.
Şimdi artık top Yargıtay’da. Yargıtay o konuşmaları ve delilleri yetersiz bulabilir, delillerin ele geçirilme yöntemini yasalara ve hukuka aykırı bulabilir ve kararı bozabilir.
Tabii tam tersi de olabilir.
Mahkeme kararında bazı çelişkiler de var. Örneğin Aziz Yıldırım’ın şike yaptığı iddia ediliyor ama şikeye karışan bazı takımların yöneticileri de futbolcuları da herhangi bir ceza almadı.
Bu durumda Fenerbahçe kiminle şike yapmış oluyor, anlamak zor.
Ancak bence asıl çetrefilli durum UEFA’da yaşanabilir.
Futbol Federasyonu UEFA’ya “şike olmadığına dair” bilgi gönderdi ve UEFA ona dayanarak bu yılın Türkiye’yi ilgilendiren takvimini açıkladı. Fenerbahçe son karara göre Avrupa maçlarına gidebilecek.
Ancak mahkeme kararı farklı. Orada Aziz Yıldırım’ın “şike yaptığı” yer alıyor.
Şimdi UEFA sadece Federasyon’dan gelen bilgiyi mi esas alacak yoksa mahkeme kararını da irdeleyecek mi?
UEFA mahkeme kararına uyarsa, bu sadece Fenerbahçe için değil tüm Türkiye takımları için büyük tehlike.
Ayrıca Futbol Federasyonu’nun da itibarı sarsılacağı gibi güvenilirliği de ortadan kalkacak.
TBMM’de Özel Yetkili Mahkemeler’in kaldırılmasından bir gün sonra böyle bir karar alınmış olması talihsizliktir.
Zaten mahkemenin cuma günü karar almak yerine Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili yasa değişikliğinin Meclis’te kabul edilmesini beklemesi başlıbaşına bir skandaldı. Oysa tarafsız ve bağımsız bir mahkeme aynı kararı cuma günü de alabilirdi. İki gün beklenmesi çok anlamlıdır.
Üstelik mahkemenin böyle bir değişiklikten sonra “hem örgüt hem şike” kararı vermesi de “yargıda bazı grupların ağır etkisi var” dedikodularını güçlendirmiştir.
Şerefsiz yerine namert
Başbakan yine basına çattı. Birkaç gün önce Türk basınına “dalkavuk” demişti, üç defada bir yabancı basına da çatıyor, bu sefer Amerikan Wall Street Journal gazetesini nasibini aldı.
Bu Amerikan gazetesi daha önce Uludere istihbaratının Amerika’dan alındığını yazmıştı, bu kez Suriye’nin Türk jetini kendi hava sahası içinde düşürdüğünü yazdı.
Oysa bizim yetkililerimiz günlerce jetin uluslararası hava sahasında düşürüldüğünü anlatmak için bin dereden su getirdiler.
Uluslararası hava sahası konusunu o kadar çok söylediler ki bir TV programında dayanamayıp “Anladık jetimiz uluslararası sahada düşürüldü, ama biraz insaf, uçağımız düşürüldü, sanki bu bir ayrıntı gibi anlatılıyor” demiştim.
Derken Amerikan gazetesinin haberi gündeme bomba gibi düştü.
Olabilir mi? Gerçekten uçağımız uluslararası hava sahasında değil de Suriye hava sahası içinde düşürülmüş olabilir mi?
Olabilir tabii. Belki diplomatik açıdan tam olarak nerede düşürüldüğü çok önemlidir, çünkü kimin haklı olduğu buradan anlaşılacak, ama ne fark eder, çünkü içeride ya da dışarıda, bir uyarı yapılmamış, direkt vurulmuş.
Başbakan öfkeli, Amerikan gazetesini “namert” olarak suçluyor. “Orada başkan Obama’ya karşı takınılan tavır bu. Bu gazetenin burada da uzantıları var. Bizim verdiğimiz teknik bilgilere dayalı değil. Ama oradan bir gazeteden çıkan habere dayalı olarak yayın yapıyorlar. Diyor ki, ‘oradaki güvenilir kaynak.’ Dürüstsen ‘O güvenilir kaynak kim’ açıkla. Mertlik bunu gerektirir. Namertlik kapı arkasından dolaşmayı gerektirir. Namerdin izinden gidenler de bu yayını yapıyor. Siz kimin yanındasınız ya. Kimin yanındasınız” diyor.
Erdoğan daha önce İmralı’daki ile görüşme yapılmadığını söylemiş ve “Yapıldı diyen şerefsizdir” demişti. Sonra bu görüşmenin yapıldığı ses kayıtlarıyla ortaya çıkmıştı. Başbakan “Ben emir verdim” açıklaması getirmişti.
Şimdi de “Suriye uçağı kendi hava sahasında vurdu” iddiasına karşı “namert” diyor. Umarım ve dilerim bir süre sonra bu da doğru haber çıkmaz.
Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılıp yerine Terör Mahkemelerinin getirilmesinin tartışıldığı oturum Meclis’i savaş alanına çevirmiş. Tüh! Keşke Meclis TV açık olsaydı, “en heyecanlı sezon finali”ni kaçırmasaydık! (Gani Yıldız)
Suçumuz Türk gazeteci olmak mı?
Amerikan Wall Street Journal Gazetesi “Türk jeti Suriye hava sahası içinde vuruldu” haberini yayınlayınca Başbakan Erdoğan çok öfkelendi ve bu gazeteyi namert ilan etti.
Başbakan öfkelenince Genelkurmay durur mu, onlar da hemen bir yalanlama hazırladılar. Genelkurmay harita üzerinde uçağın vurulduğu yeri, koordinatları da vererek gösterdi.
Güzel. Genelkurmay’ın medyada yayınlanan bir haber üzerine “hassasiyet” göstermesi çok olumlu bir gelişme.
Ama Genelkurmay keşke bu “hassasiyeti” Türk basınında çıkan haberler üzerine de gösterse.
Örneğin tam 7 aydır Uludere olayını soruyoruz.
1- İstihbaratı kim verdi?
2- Bu istihbaratı kim değerlendirdi?
3- Vur emrini kim verdi?
Genelkurmay’dan en küçük bir “hassasiyet” bile yok.
“Keşke” bu sorular bir Amerikan gazetesinde yayınlasa da Genelkurmay’ın aklına “hassasiyet” gelse.
Gürsel Tekin alternatif liste çıkaracakmış
CHP’de Kurultay yaklaştıkça kulislerdeki dedikodular da artıyor.
İki gündür aralarında bazı gazetecilerin ve akademisyenlerin de bulunduğu isimlerin Gürsel Tekin tarafından ortaya atıldığı ileri sürülüyor.
Tekin’in Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na Parti Meclisi’nde yer almasını istediği bazı isimleri verdiği, kabul edilmemeleri hâlinde “Bu durumda ben de ayrı bir liste ile seçimlere katılırım” dediği belirtiliyor.
Genel Merkez’e yakın çevreler ise “Kemal Kılıçdaroğlu bu kurultayda partiye tamamen hâkim olacaktır, ortaya atılan isimlerin hepsi hayalidir” diyorlar.
Bu arada hâlen Genel Başkan Yardımcısı olan ve medya organlarında yerlerini koruyacakları ve hatta daha da güçlenecekleri söylenen bazı isimlerin Kemal Kılıçdaroğlu tarafından listelere hiç alınmayacağı da kulislerde konuşulan konular arasında.
(Vatan gazetesinden alınmıştır)