İstanbul ve Boğaziçi
Hammer, sadece bizi değil, kültür ve medeniyet havzamızı da iyi tanıyor. \"Fars Belagati ve Edebiyatı Tarihi\", \"Arap Edebiyatı Tarihi\", dört ciltlik \"2200 Şairiyle Osmanlı Edebiyat Tarihi\"ni ve bizimle ilgili daha pek çok eser yazdı. Edebiyatla ilgilenen muhtevalı aydınlarımızın Osmanlı dönemine dair elli şairin adını saymaları dahi pek mümkün değilken bir yabancının 2200 şairimizden şiir tercüme etmesi ne demek! \"Kur\'an-ı Kerim\"i, \"Binbir Gece Masalları\"nı, Baki\'nin \"Divan\"ını ve bunlara benzer kültür ve medeniyetimizin ana eserlerini de dillerine kazandırmıştır. Hammer\'in çalışmaları üzerinde etkili olduğunu Goethe\'nin \"Doğu Batı Divanı\"nın önsözünde ve şerhlerinde okuyoruz.
Hammer bize geldi; burada yaptığı araştırmalarla, tercümelerle bir külliyat oluşturdu; kendi kültür ve medeniyet dünyasına zenginlik kattı. Göz kamaştırıcı Batı medeniyeti Hammer gibilerinin gayretiyle oluştu. Bizden oraya gidenler hangi araştırmalarla döndüler? İlim yapsın diye gönderdiklerimizden bazıları ancak üçüncü sınıf şair olabildiler. Bilim, sanat ve fikir hayatımızda varlık gösterenlerin pek çoğunun Batı\'yı görmemeleri dikkat çekicidir.
İstanbul \"Melike-i Bilad\" yani \"Şehirlerin Kraliçesi\" olarak anılmaktaydı; bizim başkentimizdi. Buraya dair Hammer 1822 yılında \"İstanbul ve Boğaziçi\" adıyla bir kitap yayınladı; bir Allah\'ın kulu buna ilgi duyup dilimize çevirmedi. Cumhuriyet\'in ilanıyla Batı\'ya gönderdiğimiz öğrenci sayısı arttı; buradaki Batı okulları çoğaldı. Alman filolojileri yaygınlaştı. Bu kadar diplomalımızdan bir kişi bile bu kitabı okumadı mı? Okuduysa dilimize kazandırma ihtiyacı neden duymadı? Bu vurdumduymazlığın, uyurgezerliğin sebebini tespit edebilmek için tezler yaptırmak lazım. Bu kitabın yüz doksan yıl sonra Senail Özkan tarafından tercüme edilmesinin kıymetini teslim ederken bu kadar gecikmemizin üzerinde durmalıyız.
Senail Özkan ızdırabı olan bir aydındır; Gümüşhane\'nin bir köyünden Almanya\'ya herhangi bir devlet bursu ya da imkanı olmadan, tamamen kendi çabalarıyla gitmiş, çalışmış, gayret etmiş ve okumuştur. Almanya ile aramızdaki uçurum bir milleti yutardı; bu da ona sorumluluk yüklüyordu. Yemeğe ödediği paradan çok daha fazlasını kitaba veriyordu. Alman kültür ve ilmine vâkıf olmak için önce diline hâkim olmanın şuurundaydı. Oraya gidenle, dönen Senail Özkan aynı olmamalıydı. Almanlara neyin güç verdiğini milletimiz bilmeli, ufku açılmalıydı. Önemli beyinlerini tanıtmanın lüzumuna inandığı için \"Nietzsche\", \"Schopenhauer\", \"Goethe ve Mevlânâ\" gibi eserler kaleme aldı. Goethe\'nin ünlü \"Doğu Batı Divanı\"nı, Schimmel\'in \"Ben Rüzgarım Sen Ateş\"ini, daha pek çok eseri kültürümüze kazandırdı.
Diğer kitaplarında olduğu gibi Senail Özkan \"İstanbul ve Boğaziçi\"nde de anlaşılır bir dil kullandı. Tercüme aslında telif kadar zordur. Sabri Esat Siyavuşgil\'in, Edmond Rostand\'ın \"Cyrano de Bergerac\" tercümesinin aslı gibi olduğu söylenir. Son dönemlerde güzel bir tercüme bulmak zümrüdü anka kuşuna rastlamak gibidir. Senail Özkan da bu konudaki istisnalardan biridir; akıcı, berrak, öylesine tabii bir dili var ki, kitabın adını, yazarını okumayan tercüme mi telif mi olduğunu anlayamaz.
Geçen yüzyıllardaki İstanbul\'u tanımak isteyen \"İstanbul ve Boğaziçi\"ni mutlaka okumalıdır. Denizini, adalarını, koylarını, Boğazdaki kayalıklarını, derelerini, ağaçlarını, çiçeklerini, sebzelerini, maden sularını, mabetlerini, saraylarını, diğer sanat eserlerini anlatıyor. Günümüzün İstanbul\'u ile iki-üç yüz yıl önceki İstanbul\'u mukayese etmek isteyenler için bu eser paha biçilmez bir kaynaktır. Tabii İstanbul sevdalılarının da elinin altında bulunması gereken nitelikte bir eser.
Hammer olsun, diğer Avrupalı yazarlar olsun, işin içine din ve milliyet karıştı mı, inandırıcılıklarını yitirirler. Knut Hamsun gibi pek az Batılı, itidallerini koruyabilir. Hammer, söz konusu kitabını şu paragrafla noktalıyor: \"Kadim Bizans\'ın etkileyici Yedikule\'si alınan ilk sesi sırasıyla birbiri ardından tekrarlıyor ve en sonuncusuna geri veriyorsa, aynı şekilde bu şehrin Yedikule zindanları da zincir seslerini ve zindan inlemelerini birinden diğerine intikal ettirir. Mahkumların ahları ve inlemeleri ve asılanların hırıltıları yarım yüzyıldan beri burada yankılanmaktadır. Mamafih, tıpkı hapishane gibi, ihtilal, değişim zamanına, kurtuluş ve hürriyet gününe de hazır olmak lazımdır; Bizanslıların naklettikleri kadim bir kehanete göre duvarla örülmüş Altın Kapı\'nın açılma zamanı bir kez daha yeniden gelecektir.\" Sanki Bizans\'ta zindan yoktu; insanlar melekti, her şey güllük gülistanlıktı. \"Vatikan\'ın Zindanları\"nı Andre Gide değil de herhalde ben yazdım. \"Önyargıyı kırmak atomu parçalamaktan daha zordur\" demekle Einstein çok ciddi bir gerçeğe parmak basmıştır.
ZAMAN