İstanbul için bir çılgın proje teklifi

Bana, bir çılgın proje söyle deseler, "İstanbul Suriçi'ni yüz elli sene önceki haliyle yeniden inşa edelim" derdim.


Tarih boyunca sadece Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın, Kafkaslar'ın ve Avrupa'nın değil dünyanın en önemli kentlerinden birisi olmuş bu şehrin 150 yıl öncesini bugün aynıyla görmek kimi heyecanlandırmaz ki?


İstanbul, tarih kadar eski bir şehir ancak bu tarihselliği sadece binalarda görmek mümkün. Mesela Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye gibi eserler dimdik ayakta ama sağı solu, önü arkası yeni binalarla dolu. Bir bütün olarak o tarihselliği görmek neredeyse imkânsız. Bilindiği gibi çok yakın dönemlerde bile Suriçi imara açılmış, Fatih, Kocamustafapaşa, Laleli gibi semtler yeni binalarla eski kimliğinden tamamen kopartılmıştı. Dünyanın hiçbir tarihi kenti böylesine bir muameleye maruz kalmamıştır.


Bir çılgın proje ile hiçbir imar oyunu, hiçbir rant getirisi hesap edilmeden, bütün bir Suriçi'nin 150 yıl önceki haline dönüştürüldüğünü, cumbalı evlerden oluşan mahallelerin yeniden hayata geçirildiğini, daracık sokaklardan geçilerek gidilen tekkelerin, medreselerin yeniden ortaya çıkarıldığını düşünsenize... Tramvaydan başka bir taşıtın olmadığı, trafik keşmekeşinin yaşanmadığı, sanatçıların, öğrencilerin ve bu tarihi yeniden görmek isteyenlerin doldurduğu bir İstanbul size de ilginç gelmiyor mu? Yıkılmış, ortadan kaldırılmış binaların tarihi gerçekler ışığında yeniden inşa edilmesi hiç de hayal değil. Önceki hafta yazmıştım; Almanya, İkinci Dünya Savaşı'nda yerle bir edilen ve tarihi kimliğini büyük ölçüde kaybeden Dresden kentini, savaş öncesine göre yeniden inşa ediyor. Biz neden yapmayalım?


Kentsel dönüşüme bir de bu açıdan bakmak durumundayız. Kentleri gecekondulardan, güvensiz binalardan kurtarırken bir de asıl kimliklerine dönüştürmeyi de düşünmeliyiz. Yani kentsel dönüşümü kentlerin kimlikleriyle beraber ele almak mecburiyetindeyiz.


Televizyonlarda ve gazetelerde yüksek sesle tartışılmıyor olsa da toplumun en önemli gündemlerinden biri; kentsel dönüşüm ve insanların yaşadıkları semtlerin akıbetinin ne olacağı konusudur. Kentsel dönüşümün, büyük deprem riskleri taşıyan bir ülke için çok hayati bir karar olduğu ortada! Daha sağlam, daha güvenli evlerde oturmak, altyapılarının, kanalizasyon şebekelerinin sağlıklı işlediği mekânlarda yaşamak herkesin hakkı. Dolayısıyla kentlerin gecekondulardan ve sağlıksız yaşama alanlarından kurtarılması için atılacak her adımın takdir edilmesi gereken bir çaba olduğu aşikâr. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli husus; 'kentsel dönüşüm yapacağım' derken şehirlerin barınaklara dönüştürülmesi riskidir.


Acizane kanaatim, kentsel dönüşümün sadece müteahhitlere ve mühendislere bırakılacak bir şey olmadığı yönündedir. Müteahhitlerin, bu dönüşümü yaparken kentlerin birikimlerini, yaşanmışlıklarını, geçmişten getirdiklerini, dedelerin, babaların bıraktığı mirasları korumada yeterli özeni göstermeyeceği kaygısını taşıyorum. Korkarım ki böyle bir dönüşüm için yapılan binalar, insanların sadece barındığı mekânlar olmaktan öteye geçemeyecek.


Kentsel dönüşüm sırasında arsa payları, kat irtifakları, hak edişler düşünüldüğü kadar kentlerin kimlikleri üzerine de kafa yorulmalıdır. Bugün şehirlerimizin büyük bölümü kimliksiz ve hepsi birbirinin kötü birer kopyasından başka bir şey değil. Kentsel dönüşüm yapılırken bu kimliksizliğin zirveye çıkması ihtimali de oldukça yüksek.


Kentlere kimliklerini iade etmeye İstanbul Suriçi'nden başlayalım. Suriçi'ni 150 yıl öncesine göre yeniden kuralım. İnanıyorum ki dünyanın en çılgın projesi olacaktır.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)