İstanbul Basını Özel Harp Dairesi Odatv ve Özkök

Mustafa Kemal, Ankara’da Cumhuriyet rejimini kurup devrimlere giriştiği dönemde bile İstanbul ve basınına endişeyle bakmıştır.

Bu basının Kemalist idareye karşı bir tepki yaratma veya mevcut tepkiyi pekiştirme potansiyeline sahip olmasından hep korkmuştur. (1)

İstanbul Basını’nın nabzını ölçmek için gazete yöneticileriyle biraraya geldiğinde de İstanbul’u değil, İzmit’i tercih etmiştir.

16-17 Ocak 1923 tarihinde yapılan toplantı, Mustafa Kemal’in beklentisi açısından çok olumlu geçmemiştir.

İstanbul basınının denetim altına alınması için 2 yıl beklemesi gerecektir. Şeyh Sait isyanının ardından çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, Atatürk’e bu fırsatı verecektir.

Zaten kanunun gerekçesini Müdafaa-i Milliye Vekili Recep Bey şu sözlerle özetleyecektir:

‘’Burada söylenmesi gereken en önemli nokta, devletimizin mevcut zayıflığının nedeni olan İstanbul Basını’dır... İstanbul Basını habis yalanlar ve düzenlerle BMM’ye, onun bütün müesseselerine saldırmaktadır... Emniyet-i umumiye, emniyet-i hukukiye ve emniyet-i milliyeyi sağlamak ve bu zehir yuvalarını yok edecek kudrette bir hükümet tesis edebilmek için, bu meclisin görevi bu kanunu geçirmektir.’’

4 Mart 1925 tarihinde 122’ye ‘evet’e karşı 22 ‘hayır’la kabul edilen tasarı, iki günde hayata geçirildi.

6 Mart 1925 tarihinde hükümet Tevhid-i Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Orak Çekiç ve Sebilürreşat gazetelerini kapattı.

Ardından Hüseyin Cahit Bey’in başyazarı olduğu Tanin kapatıldı.

11 Ağustos 1925’te listeye Ahmet Emin Yalman yönetimindeki Vatan eklendi. Bu yasa çerçevesinde Yoldaş, Presse de Soir, Resimli Ay, Millet, Seda-yı Hak, Doğru Söz, Kahkaha, Tok Söz, İstikbal ve Sayha isimli gazeteler de kapatıldı.

Geriye sadece hükümetin yayın organı Hakimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet kaldı.

Bir devrim dönemi açısından günün koşullarında bakıldığında zorunlu bir uygulama denebilir.

(Bu açıdan demokratik düzene geçiş mücadelesi verildiği yakın dönemle benzerliği olduğunu kabul etmek gerekir.)

Ancak ardından gelen ve kendilerini Kemalist diye adlandıran  kadrolar, Ankara’nın genelde basına, özelde İstanbul basınına yönelik bu tavrını aynen sürdürdüler: Yani tam hakimiyet ve rejimin sözcülüğü görevi.

İstanbul basını bizzat Ankara’nın denetiminde olması gereken bir araç olarak görüldü.

Bu uzun girişi neden yaptım?

Perihan Mağden dün Taraf’ta bir polemik üzerinden medyadaki İttihatçı çetesinin yüzünü anlatan bir kaleme aldı.

Sivil dikta, tek parti rejimi, diktatörlük gibi seçilmiş iktidar aleyhindeki temel konseptlerin Odatv baskınında ele geçtiği üzere belli bir plan dahilinde yapıldığını anlattı.

Dahası, Hürriyet Gazetesi’nin eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ü Özel Harpçilerle çok sıkı ilişki içinde olmakla suçladı.

İlk bakışta uçmuş diyebileceğiniz bu iddia, Özkök’ün Hrant Dink, Orhan Pamuk ve Ahmet Kaya hakkındaki manşetleri (Üçü de Özel Harp Dairesi’nin doğrudan hedefiydi), Hrant Dink cinayetini okeyci çocukların üzerine yıkma çabaları, Ergenekon ve Balyoz davalarına karşı aldığı tutum ve de kontrolü altında tuttuğu Akşam’dan Radikal’e, Milliyet’ten Hürriyet’e uzanan yazar kadrosu gözönüne alındığında farklı bir açıdan değerlendiriliyor.

Devlet gazetesi Hürriyet’in uzun yıllar Ankara temsilciliği görevini yapan Özkök, bu kadrolarla çok sıkı fıkı olmuş ve bu ilişkileri İstanbul’a taşımıştı.

İstanbul basınını doğrudan denetlemeyi hedefleyen Özel Harp Dairesi için biçilmiş kaftandı.

Gittikçe artan gücü sayesinde kendisine bağlı bir kadro yarattı, kurdurduğu odalı, tavalı internet siteleriyle medyada kendisi gibi düşünmeyenler aleyhine bir terör havası estirdi.

Bu yazıyı Özkök’e kişisel bir öfke nedeniyle yazmıyorum.

Çok daha önce yazabilirdim ama özel yetkili savcıların tutuklama ateşinin dinmesini bekledim.

Amacım kim, neyi, niye yazıyor veya yazmıyor kamunun bilmesi.

Yargıyı, hırsız müteahhidi tartışan medya nedense kendi içindeki ajanları, Özel Harpçileri sorgulamaktan imtina ediyor.

Devrimler bitti, demokrasiye geçtik, aklınızda bulunsun; Cumhuriyet Bayramı’nın kutlu olsun.

(1)     Bu yazıyı kaleme alırken Hakan Özoğlu’nun KitapYayınevi’nden çıkan doktora çalışması ‘’Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası’’ adlı kitabından yararlandım.