‘İslami kesimden’ iki önemli analiz


Buna Türkiye açısından olumlu bir gelişme olarak bakmak gerekiyor. Sonuçta, aşırı iddialı bir şekilde dünya sahnesine atılmış olan Türkiye’nin, dış politikada yaşamakta olduğu sıkıntılar, “o kesimde, bu kesimde” değil, “aydın Türkler” arasında benzeri endişelere yol açıyor.
Bu çerçevede özellikle iki yazarın son dönemde yazdıkları dikkatimizi çekti. İlki Zaman gazetesinin önemli yazarlarından Hüseyin Gülerce, diğeri ise Yeni Şafak gazetesinin önemli yazarlarından Akif Emre. Ancak, bu yazarların görüşlerine dönmeden önce bir hususa işaret etmek gerekiyor.

Görüşleri neden önemli?
AKP çevrelerinde, özellikle de dışişlerinin “bakan katında” Türkiye’nin dış politikasının sorunlu bir mecrayı sürüklendiğini yazan “laik kesim” yazarlarına karşı özel bir öfkenin duyulduğunu biliyoruz.
Bunun temelinde, kuşkusuz, bunu yazarların sırf hükümeti karalamak amacıyla ideolojik bir yaklaşım sergiledikler varsayımı yatıyor. Oysa böyle düşünmenin, İsrail’i eleştiren birisinin otomatik olarak “Yahudi düşmanı” olarak damgalanmasından farkı yok.
Gülerce ve Emre gibi “İslami kesimin” önde gelen aydınlarının düşünceleri işte bu nedenle çok önemli. Nitekim, daha önce eleştirilerinden dolayı “laik” kesime öfkelenen hükümetin, “kendi kesimi” diye algıladığı çevrelerden gelen eleştirilere karşı duyduğu öfkenin de arttığı belirtiliyor. Hatta bu öfkenin, “sende mi Brütüs” dercesine, daha da fazla olduğunu söyleyenler var.

Diğer taraf da yüzde 50
Yazarlarımıza gelirsek, Hüseyin Gülerce’nin “Yeni Türkiye’ye yeni dış politika” başlıklı 1 Ağustos tarihli yazısında yer alan ve özetleyerek verdiğimiz aşağıdaki görüşlerine katılmamak mümkün değil:
“Doğru dış politika, iç bütünlüğe bağlıdır... Bunu sağlayamayan Türkiye’nin, doğru bir dış politikası olamaz. Somut olarak söylersek, Kürt meselesini, Alevi meselesini çözemeyen, kutuplaşmaları azaltamayan, siyasi çekişmelerin beslediği tansiyonu düşüremeyen bir Türkiye, doğru dış politikadan da mahrumdur.”
Gülerce, “AK Parti’nin yüzde 50’si olduğu gibi, diğer tarafta da yüzde 50 var” diyerek şu görüşlere de yer vermiş:
“Dış politikada, dini ve etnik ayrımlara yaslanılamaz. ‘Müslümanlık-Hıristiyanlık’, ‘İslâm âlemi-Batı dünyası’ türünden cepheleşmelere asla meydan verilemez. Tarihin sayfaları, etnik, dini ve mezhep temelli cepheleşmelerin yol açtığı kanlı sayfalarla doludur...”

Hayal ve gerçekler
Yeni Şafak’tan Akif Emre’nin “Türkiye’nin gücünün sınırları” başlıklı 26 Temmuz tarihli yazısına dönersek orada da şunlar belirtilmiş:
“Türkiye’nin bölgede tek başına oyun kurucu aktör olması, bölgesel güç olması hatta ‘iznimiz olmadan bölgede yaprak kıpırdamaz’ gibi hayallerin gerçeklikle ilişkisini herkesten önce devleti yönetenler koparırsa bedeli ağır olabilir.”
Yazısında “Suriye konusunda gelinen noktada yaşanan tıkanmadan” söz eden Emre şöyle devam etmiş:
“Olayların başında söylenen Suriye’nin etnik ve mezhebi temelde parçalanma riskini illa ki dış güçlerin tahrik etmesi gerekmiyordu. Osmanlı sonrası dünya sisteminin cetvelle çizdiği sınırlar ortadan kalkıyor ama yeni çizgiyi sanılanın aksine Türkiye çizmiyor. Ayrıca, Türkiye’nin yapacağı yeni düzenlemenin daha adil, daha gerçekçi olacağı anlamına da gelmiyor.”

Enişelenenler artıyor
Türkiye’nin, “gücünün farkına varmak ile hayal ettiği gücünü gerçek sanmak arasındaki çelişkiyi yaşadığına” işaret eden Emre’nin söyledikleri de her aydının onaylayacağı görüşlerdir.
Uzun lafın kısası, Türkiye’nin dış politika yönetiminde bir şeylerin doğru gitmediği algısı Türkiye’de yayılıyor. “Bir kesimin” bunu söylemesini “ideolojik nedenlere” bağlasa da, hükümetin “diğer kesimin” benzeri görüşler yansıtıyor olmasını göz ardı edebileceğini sanmıyoruz.
Sonuçta Türkiye’de dış politikadaki gidişattan endişelenenlerin sayısı artıyor. Önemli olan da budur.

(Milliyet gazetesinden alınmıştır)